Okurlarımdan biri, önceki makaleme –“Mutluluğa giden bir yol yoktur. Mutluluk o yolun kendisidir!” bir yorum bırakmış. Burada onu alıntılamak isterim: “Güzel konu… Bugünlerde ele almamız gereken bir konu. Büyük ya da küçük olsun, içerisinde yaşadığımız toplum mutlu değilse, bir kişi mutlu olabilir mi? Günümüz dünyasında, mutlu hissetmek için, bireysel olarak her ne yaparsak yapalım, eğer milyonları etkileyen ciddi problemleri durdurup engelleyemiyorsak, nasıl mutlu olabiliriz?” Gerçekten, etrafımızda bu kadar çok acı varken, nasıl mutlu olabilir ya da mutluluğu bulabiliriz? Peki ya, en keyifli anlarımızda bizi rahatsız eden suçluluk duygusu ve zihnimizden hayat ne kadar da adaletsiz, insafsız ve eşitsizliklerle dolu diye geçen sayısız düşünceler silsilesi… Denge bunun neresinde? Gerçekte bir şekilde denge var mı? Herşeye rağmen mutluluk mümkün olabilir mi?
Bu aldatıcı sorulara cevap bulmak için, bakış açımızı doğaya çevirmeyi tavsiye ediyorum, ve doğanın dengesini nasıl koruduğunu gözlemleyelim. Çok satan kitaplardan Sapienler ve Homo Deus’un yazarı Yuval Noah Harari de kitaplarında bunu ele alıyor; doğayı, düşüncelerimizin ve mantığımızın temeline oturtuyor; Homo Sapien’lerin, tüm canlıların ve içinde yaşadığımız evrenin doğası. Öncelikle, doğa ve tüm canlılar, aslında, kendi içinde kusursuz bir dengeye sahip. Tek bir geyik bile aslanın avını takip etmesinin adaletsiz bir ilişki olduğunu düşünmez. Onun tek amacı, olası her yol ile kendini beslemek ve avcı aslana yakalanmamaya çalışmaktır. Aynı şekilde, aslan da avının kaçma konusunda çok becerikli olmasının haksızlık olduğunu düşünmez. Onun amacı da olası her yöntemle kendini beslemek ve avından daha hızlı koşmaya çalışmaktır! Doğadaki bütün denge budur…
Doğanın ele alınabileceği bir başka örnek ise, adaletin, insafın, ne de eşitliğin olmadığı doğada, dengesizliğin içinde bir şekilde denge var; düzensizliklerin içinde düzen var; ve bütünsel sistemin içinde bireysel bir yaşam tarzı var. Biz insanlar, tamamen bireysel olarak davransak da büyük bir bütünün parçasıyız. Toplumun bir parçası olmamıza rağmen, bireysel yaşamlar sürüyoruz. Mutluluğumuzu etkileyen faktörler arasında sadece %10 oranında çevresel faktörlerin etkili olduğunu biliyor muydunuz? İnanması zor ama doğru! Sosyal bilimlere ve Sonja Lyubomirsky’nin “mutluluğun nasıl olduğu” çalışmasına göre, %40–50 aralığında genlerimiz ve yaratılışımız –yani doğamız (nature), mutluluğumuz üzerindeki etkisi ile açıklanırken, diğer %40–50’si pozitif görünüm için yaptığımız kişisel tercih ve kararlarımız –yani yetiştirilmemiz (nurture) ile açıklanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, dış faktörlere kıyasla bireysel faktörler, pozitif varoluşumuz üzerinde daha çok etkiye sahiptir. Öte yandan, kuantum fiziği ve mekaniğinde, bilincin mutluluğa ulaşmayı kolaylaştırdığı belirtilmektedir.
Bireylere daha yakından bakalım. Biz insanlar, kurgusal düzen diye adlandırılan, ve herkesin ortak bir inançla hareket ettiği büyük işbirlikçi ağın bir parçasıyız. Harari, kitlesel olarak işbirliği yaptığımız bu ortak miti, Sapiens’te, para, demokrasi, yasa, tanrılar, ekonomi, bankalar, şirketler gibi özneler-arası dürtü ile açıklar (Sapiens, s. 132). Tarım devrimi ve bilişsel devrimden itibaren, Homo sapienler (akıllı olanlar) kendi aralarında işbirliği yapabileceği hayali kurgular yarattı (insan işbirlik ağları). Herhangi bir şirket çalışanı, vatandaş, banka hesap sahibi, iman sahibi vb. bir kimse, bu gibi oluşumların bir parçasıdır ve ortak mite ve onun kurallarına inanarak, aktif olarak işbirliği içindedir. Bu hayali oluşumlar gerçek olmayan gerçekliklerdir! Harrari, düşsel gerçeklikleri asıl olanlardan nasıl ayıracağımızı açıklar. Bu fenomenlere “gerçek oluşum” gözüyle acıyı referans alarak bakmayı şu soruyu sorarak teklif eder: “Herhangi bir oluşumun gerçek olduğunu nasıl bilebilirsin? Çok basit, sadece kendine sor, ‘o acı çekebilir mi’?” (Homo Deus, s.206).
Aşağıdaki senaryoları bir düşünün: Euro ya da borsa önemli ölçüde düşüyor, euro ya da ekonomi acı hissedebilir mi? İnsan haklarına ya da ifade özgürlüğüne karşı yasalar meclisten geçtiğinde, demokrasi ya da hukuk acı çekebilir mi? Bir firma iflas ettiğinde, firma acı çeker mi? Ya da bir ülke bir ekonomik kriz veya savaş mağlubiyeti yüzünden acı çekerken, gerçek anlamda acı çekebilir mi? Hayır! Hiçbiri gerçek acı değildir! Fakat, askerler savaşta yaralandığında, gerçekten acı çekerler; yalnız bir anne dalgalanan para tedavülü yüzünden ipotekli borçlarını ödemekte güçlük çektiğinde, o gerçekten acı çeker; çalışanlar iflas nedeniyle işten çıkarıldığında, acı çekerler; veya gazeteciler insan haklarını savundukları için hapse atıldığında, acı çekerler! Bu açıdan bakınca, belki de hayatımızı dengeli, istikrarlı, mutlu olmaktan alıkoyan, ve bize gerçekte acı çektiren şeyin ne olduğunu sormalıyız. Ve, gözden geçirmeliyiz, bizi mutluluktan uzak kılan yaşadığımız çevrenin dış etkenleri mi, yoksa kendi kişisel iç kaynaklarımız mı.
Vurgulamak ve netleştirmek isterim ki, bahsini ettiğim mutluluk, bireylerin acıdan ve ızdıraptan kaçındığı ve haz aradığı Hedonik tipi bir mutluluk değildir. Aksine, bu mutluluk pozitif psikologlar tarafından bahsedilen Ödomanik tipi mutlulukla ilgilidir. Bireylerin anlam ve amaç arayıp bulduğu, özgün veya otantik şekilde yaşayabilecekleri bir ortamı yarattığı; kişisel bağlılık ve gelişimine yardımcı olacak yaşam zorluklarına hazır olduğu; ve belki de kişinin kendini gerçekleştirmesine yardımcı olacak iç gücünü yaratacağı bir duygu durumu. Dahası, tasavvuf felsefesi ve Mevlana’nın sözleriyle devam edersek, “Hiçlikten dönerek, yıldızları toz gibi saçarak geldik bu aleme”, hem her şey hem hiçbir şey olmaktır! Bu arada, hiçlikten dönen sizsiniz… benim… hepimiziz!
Kuantum mekaniğindeki “gözlemci bilinç” konsepti aracılığıyla, bu makalenin özüne yeniden dönmek isterim –herşeye rağmen mutluluk. Kuantum mekaniği kurallarına göre, gözlemlerimiz evreni en temel seviyede etkiler; yani, aya bakmadığımız zaman onun var olmadığını ileri sürer. Bu görüş bizleri gözlemleyen bilinç olarak açıklar. Peki neyi gözlemlemek? Gerçeği mi? Deepak Chopra’nın dediği gibi, Harari’nin hayali düzeni’yle bağlantılı olarak, gerçek insan yapımı bir kurgudur. Tek asıl gerçeklik anın farkındalığıdır. Yani, varoluştur. Mutluluk veya acı gibi deneyimlerimiz, o anda gözlemlediğimiz algılarımıza (sensations), imgelerimize (images), hislerimize (feelings) ve düşüncelerimize (thoughts) dayanır. Bu terimler İngilizce’de SIFT olarak tek bir akronimde toplanır. Her an farklı bir gözlem içerir, hem gözlemyen bizler, hem de gözlemlediğimi olgu –yani gözlemlenen, an be an değişmektedir. Böylece, deneyimlerimiz SIFT ile değişmektedir… Mutlu ya da üzgün olma, eğlenme ya da acı çekme olasılıklarımızın hepsi, gözlemlediğimiz gerçekliğin anlık farkındalığına bağlıdır.
Bunların hepsi tamamen soyut görünüyor olabilir. Tek bir okumada ya da tek bir uygulamada kavramak pek kolay olmayabilir. Günlük hayat ile biraz temellendirebilmek için, tüm ihtimallere karşın tatmin edici mutluluk seviyesini nasıl koruyabileceğimize cevap olarak yapmamız gereken:
(1) Hayatın adil olmadığı gerçeğini ve eşitliğin var olmadığını kabul etmek;
(2) Diğerlerinin acı çektiği konularda suçlu hissetmek yerine, sahip olduklarımıza ve deneyimlerimize minnettarlık hissetmek;
(3) Mutluluğa ulaşmak ve onu korumak için “Mind the Positive” felsefesini içselleştirmek https://mindthepositive.com/;
(4) Kendi pozitif görüşümüzü, bakış açımızı ve tutumlarımızı etrafımızdakilerle paylaşmak, bilerek ve tasarlayarak, yardım etme, gülümseme, şükretme, affetme, unutma gibi küçük kibarlık hareketleriyle pozitiflik virüsünün etrafa yayılmasını sağlamak;
(5) Varoluş ve farkındalık için zihni, bedeni ve ruhu eğitmek;
(6) Düşüncelerimizi genişletmek ve evrendeki varoluşumuzu anlamak; ki, insan kurgusu olan evrenin varlığından söz edemeyiz; sadece bilincimizdeki deneyimlerimiz aracılığıyla evren vardır;
(7) Ve son olarak, gözlemler ve değiştirilmiş formdaki deneyimlerimiz ile kendi gerçekliğimizi oluşturmayı seçmek.
Sonuncu, fakat bir o kadar da önemli olarak, Deepak Chopra’nın İnsan Evreni (Human Universe) hakkındaki 39 dakikalık konuşmasını izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Chopra, konuşmasında, aşağıdaki açıklamalarda bulunarak, gerçekliğimizi, insan yapımı bir kurgu; bizleri ise bilincimizdeki deneyimlerin toplamı olan bu gerçeklikteki gözlemciler olarak açıklamaktadır.
- Günlük gerçeklik bir insan kurgusudur.
- Esas gerçeklik farkındalıktır; şimdiki zamanın zamansız anındaki gözlemci ve gözlenen deneyimlerinin uyarımlarıdır.
- Hem gözlemleyenin hem gözlemlenenin esas deneyimi algı, imgeler, hisler ve düşüncelerdir -SIFT.
- Düşünce sistemleri (insan kurgusu) pek çoktur – dinsel, teolojik, felsefik, bilimsel, ekonomik, politik, mitolojik vs.
- Hiçbir kurgu diğerleri üzerinde ayrıcalıklı bir konuma sahip değildir.
- Kurgu kendi içinde gömülü olanlara gerçektir.
- Algı, imgeler, hisler ve düşünceler şeklindeki farkındalık uyarımları tüm deneyimlerimizi oluşturur.
- Uyarımlar zamanla ilişkiliyken, farkındalık zamandan bağımsızdır.
- Doğum, ölüm, vücut, zihin, beyin, evren, Tanrı, yıldızlar, galaksiler, Büyük Patlama, hepsi insanlar tarafından adlandırılmış (kendisi etiket olan) kurgulardır.
- Özgürlük şuanda var olmaktır! Kurgusuz! Ve içinde bulunduğunuz anda!