Hangi Yoldasın, Kabul mu, Direnç mi?

Önceki makalemde – “Kabul Et ya da Yok Ol!”, elimden gelen en iyi şekilde kabullenmenin gücünü yansıtmaya çalıştım. Her ne kadar anlaşılabilir ve dikkate değer görünse de, söylemek yapmaya göre kısmen daha kolaydır! Aslında, kabullenme hakkında “konuşmak”, bir durumla başa çıkabilmeye yönelik, oldukça fazla emek isteyen bir eylem planı oluşturmaya kıyasla çok daha kolaydır. Kabullenme ve direnç arasında kalmamız ise en moral bozucu olandır. Bilişsel olarak kabullenmeye istekli iken, bizim için zorlayıcı olana karşı bilinçaltında direnç gösteririz. Tüm amacım sorumlu ve kendinden mesul yaşamak için ufak bir pencere açmak; ve şunun farkında olmak: “Bütün fırtınalar hayatımızı bozmak için gelmez, hatta bazıları yolumuzu açmak için gelir.” Bu yüzden, direnç yolu ya da kabullenme yolundan hangisini seçip seçmeyeceğimiz bize bağlıdır. Bu yolların herbiri bizi farklı yönlere götürür. Bir kez hangisini seçeceğimize karar verdiğimizde, gerisi kolaydır!

 

Öncelikle, şu gerçeği kabul edelim: yeni deneyimlediğimiz veya yapmak için girişimde bulunduğumuz her küçük şey ilk olarak zordur! Doğal olarak, her ‘küçük adım’ denemesi ile, yeni öğrenim ve deneyimleri biriktiririz. Kazanılan bilgi, basit pratiklere yol açar ve sonunda “pratik mükemmelleştirir.” İş “çocuk oyuncağı” kadar kolay bir hâl alır. Bu durum, sahip olduğumuz her ufak şey için geçerlidir: bir öğrencinin matematik problemi, yetenekli bir çalışanın yeni çalışma tekniği, ya da geleneksel düşünce yapısına sahip olan bir insanın düşüncelerindeki değişim! Yine de, seçmek için nedenleri, niyeleri ve nasılları anlamak çok önemlidir… Bu sebeple, bu iki yolun – direnç ve kabullenme, bizi nereye götürdüğüne bir bakalım.

 

Lütfen bir süredir sizi zorlayan bir durumu düşünün; bir şekilde çözdünüz veya hâlâ çözülmeyi bekliyor. Ben buna, tepkinizi veya yanıtınızı bekleyen bir uyaran diyorum. Diğer bir ifadeyle, bu, zorlayıcı durumlara karşı olan tutumunuzdur. Lütfen tutumunuzu anımsayın. Hangi yolu seçtiniz, otomatik bir direnç tepkisi mi, yoksa bilinçli bir kabullenme yanıtı mıydı? Bunlar birbirlerinden oldukça farklıdır. Her biri, sizi tamamen farklı yönlere götürür. Farkı deneyimlemek için, sizi küçük bir alıştırmaya davet etsem… eğer oturma pozisyonundaysanız, ayağa kalkın ve bir duvar önünde bir adım uzaklıkta durun. Yazı yazdığınız kolunuzu kaldırın, avuç içinizi duvara yerleştirin. Avucunuzla duvara dokunarak, duvarın soğukluğunu, dokusunu ve hareketsizliğini hissedin. Şimdi duvara baskı uygulayın; tüm gücünüzle duvarı itin. Avcunuzda, kolunuzda ve omzunuzda hissettiklerinize dikkatinizi verin. Hafifçe; biraz daha güçlü; ya da tüm gücünüzle bastırdığınızda her ne oluyorsa gözlemleyin… Bu size nasıl hissettiriyor; duvar hâlâ hareketsiz mi duruyor, yoksa sanki duvar sizi geri itiyor gibi mi geliyor?

 

“Nasıl geri itebilir ki? O sadece bir duvar; hareketsiz bir duvar!” Bunu merak ediyor olabilirsiniz. Lütfen, bir anlığına durun ve avcunuzdaki, kolunuzdaki ve omzunuzdaki hislerinize dönün ve dikkatli bir şekilde duvardan gelen hafif bir geri itme algısını hissedin. Ne kadar güçlü bastırırsanız, gücü o denli yüksek hissedersiniz; daha hafif basınç uyguladığınızda, geriye daha az bir direnç hissedersiniz; tümüyle bıraktığınızda ise (hiç bastırmadan hafifçe dokunduğunuzda), omzunuzda, kolunuzda ya da avcunuzda herhangi bir basınç hissi yaşamazsınız. Gerçekten, cansız, hareketsiz bir duvar ile karşılıklı bir güç alış-verişi yaptınız. Peki, bir uyaranla karşılaştığımızdaki tutumumuzu düşündüğümüzde, tüm bunların anlamı ne?

 

Direnç gösteren tutumu benimsediğimizde neler olur? Durdurmaya, görmezden gelmeye veya bir kenara itmeye çalışarak direndiğimiz uyaran, eş yükseklikte bir güç ile bizi geri iter. Duvarın direncini gözlemlerken; sizin direncinize kıyasla biraz daha güçlü olsa bile, duyularınızı üst kol ve omzunuzda hissedebilirsiniz. Baskıyı bıraktıktan sonra, güç artık var olmasa da etkisi yine de sizinledir. Bunun sebebi; bizler anlık duyu ve olayların daha az bilincindeyizdir, dolayısıyla tepkimizden belki de saatler günler sonra etkiyi hissederiz. Direnç yolunu seçtiğimizde başka neler olur? Yargılama, etiketleme veya iyi-kötü, doğru-yanlış vs. olarak kategorize etme gibi otomatik tepkiler aracılığıyla, fiili gerçekliği görmezden gelmeyi seçtiğimiz ve onun hayatımıza girmesini engellemeye çalıştığımız, olumsuz duygular döngüsüne gireriz. Kendimizi durumu geçici olarak hafifleten ancak gerçeklik algımızı bozan hikâyeler uydururken bulabiliriz. Bu yol, düşünce, duygular, gözlemler, açıklık vb. kaynaklarımızı yönetme becerimizi kaybetmemize sebep olur. Bir bakıma, işlevselliğimizi, dışsal çevre ile olan etkileşimlerimizin minimum seviyede kaldığı kapalı bir sistemin içerisine kapatırız veya daraltırız.

 

Şimdi de kabullenme yolunu seçtiğimizde neler olabileceğine bakalım… Tüm işlevsellik süreci, bireylerin bilinçli bir yanıt vermeyi benimsediği tamamen farklı bir yola sebep olur. Bu yolda, gözlemle, almaya hazır bir açık farkındalıkla, keşfetmeye yönelik merakla ve yargılayıcı olmayan tutumla, kendimizi olumsuz duygu döngüsünden çıkarırız; durumla baş etmeye istekli ve sorumluluk alma gücüne sahip olduğumuz “nötr” alana doğru yönlendiririz. Hareketlerimiz ve onların sonuçlarından sorumlu hissederiz; çünkü düşünce, duygular, gözlemler, açıklık vs. gibi kaynaklarımızı dikkatlice gözlemleyerek ve bilinçli olarak yöneterek, tasarlanmış bir eylem planı ve davranış biçimini seçeriz. Burada, açık bir sistemde işlevselliğimizi genişleterek kendimizle ve başkaları ile sağlıklı ilişkiler kurarız.

 

Psikolog Barbara Fredrickson, bu mekanizmayı Genişlet ve Oluştur Teorisi (Broaden-and-Build Theory) aracılığıyla açıklar. Bu teori, olumsuz duyguların ve zorlayıcı durumların, kişinin düşünce ve hareket kapasitesini engellediğini ve kısıtladığını iddia eder. Bu durum, hızlı ve sonuca götüren hareketlere sebep olur. Bu hareketler veya “tepkiler”, beraberinde anlık fayda veya zarar getirebilir. Halbuki, olumlu duygular hâlinde ya da güven hissinde, kişinin düşünceleri ve eylem süreci genişler. Zihnin ürettiği düşünceler ve eylemler, daha fazla potansiyel sonuçlar doğurur; bu genişlemiş hâl, kişilerin daha fazla alternatif düşünce ve eylem üretmelerine, ve daha uzun süreli psikolojik, fizyolojik, zihinsel ve sosyal kaynaklarını sağlamalarına yönelik kapasitelerini geliştirmektedir. Özetle, direnç yolu düşünce ve eylem kapasitemizi daraltıp engellerken, kabullenme yolu kapasitemizi genişletmek ve inşa etmek için gerekli altyapıyı üretir. Böylece, içinde var olduğumuz an bizim için her ne sunacaksa, onu kabul etmek ve sonra olumlu bir dönüşüm ve iyi-oluş için o şekilde davranmak çok daha iyidir.

 

Kabullenme iki ana kavramı kapsar: ‘koyvermek’ (let go) ve ‘oluruna bırakmak’ (let be). Bu kavramlar bağışlamak ve unutmakla da ilişkilidir. İki senaryo düşünelim. Senaryo 1: Trafiğin en yoğun olduğu saatlerde araba kullanıyorsunuz. Rotayı kontrol etmenize rağmen, bile bile yoğun trafiğe girdiniz. Yanlış seçiminiz yüzünden hüsran dolu hissediyorsunuz, kendinize kızıyorsunuz ve son dönüşü yapmamış olmayı diliyorsunuz! Belki de, “keşke bu dönüşü yapmasaydım” diyerek olumsuz duyguların içine sürükleniyorsunuz ve gideceğiniz yere varana kadar kendinizi yargılıyor veya azarlıyorsunuz. Kendinize bu davranışı hak edecek ne yaptınız? Pek çok alternatifin arasından seçim yaptınız ve seçiminizle devam ettiniz! Ne yazık ki, seçiminiz yanlış bir seçime dönüştü! Tam tersi de olabilirdi. Bu arada, bu şu gerçeği değiştirmez; siz aslında seçiminizi yaparken diğer alternatifleri bıraktınız. Yani, siz onları çoktan koyverdiniz! Neden şimdi yanlış kararlar vermenin getirdiği olumsuz duyguları bırakmanız bu kadar zor? Kendimize hatalar yapmak için izin verip kendimizi bağışlamıyor muyuz? Bunu yapmamızı kim engelliyor? Bağışlama ve kabullenme için kendimize yasaklar koyan da izin veren de bizleriz. Uzun lafın kısası; kabullenme, bağışlama ve koyverme ile doğrudan ilişkilidir!

 

Senaryo 2: Yine trafiğin en yoğun olduğu saatlerde araba kullanıyorsunuz; her zamanki rotanızı seçtiniz. Maalesef, bir saatten fazla süredir aynı noktada, trafiğe takıldınız! Herhangi bir yöne hareket edemiyorsunuz, hüsrana uğramış, bunalmış hissediyor ve durumdan kurtulmak istiyorsunuz. Yapabilecek hiçbir şeyiniz yok ve trafik açılana kadar beklemek zorundasınız. Bu, yanlış zamanda yanlış yerdeymişsiniz gibi görünen, istenmeyen bir durum; belki de değil! O an orada olmanızın yanlış karar veya seçiminizle hiçbir ilgisi yok. Bu demek oluyor ki koyvereceğiniz hiçbir şey yok (seçim, karar veya eylem). Sadece, o belirli anda orada bulunmanız gerektiği gerçeğini kabul etmeye ihtiyacınız var! Buna karşı mücadele etmek yerine, neden oluruna bırakamıyorsunuz? Eckhart Tolle, şimdiki zaman ne barındırıyorsa, sanki bu bizim seçimimizmiş gibi kabul ederek; her zaman şimdi için çalışmayı, ona karşı çalışmamayı öğütler; çünkü mucizevi bir değişim fırsatı burada yatar. Yani, sadece bir kereliğine, bir ara verin ve durumu oluruna bırakın! Her ne varsa ona teslim olun! Bu, ihtiyacınız olan tüm düşünce, fikir ve kaynakların size gelmesine izin verecektir. Yani eğer koyveremiyorsanız –yapabiliyorsanız mutlaka yapın- oluruna bırakın!

 

 

Şimdi sizi, bir uyarana karşı, kabullenme süreci ile ilgili size yardımcı olacak pratik bir araçla tanıştıracağım. Bu 5 adımdan ibaret basit bir yöntem: Ara ver (pause), Nefes al (inhale), Fark et (notice), Anlamlandır (articulate), ve Yanıtla (respond), yani ANFAY. (İngilizce akronimi: PINAR)

  1. Zorlayıcı bir durum –uyaran, ile karşılaştığınızda uğraştığınız her neyse kısa bir Ara verin, bütün düşünceleri, eylemleri veya duyguları kısa bir süreliğine bırakın (A).
  2. Bu mola, olası dramadan bir adım geriye çekilmeniz için size bir fırsat verir. Bir anlık ‘olayın dışında olduğunuzda’ birkaç Nefes alın; nefes alırken temiz havayı vücudunuza alın ve nefes verirken zehirli düşünceleri, hisleri, etiketleri, yargıları, sonuçları ve hatta niyetleri bırakın (N).
  3. Bir kez zehri dışarı attığınızda, içinde var olduğunuz anın size sunduklarını gözlemlemek ve doğal olarak fark etmek için kendinize izin verirsiniz. Kendinize izin vermeniz, içinizde olanlar (duygular, bedensel algılar, düşünceler, beklentiler, niyetler, tutumlar vs.) ve durumda olanlar hakkında size farkındalık kazandırır. Bu aşamada, tüm ihtiyacınız, Fark etmek, gözlemlemek ve her ne geliyorsa kabul etmektir (F).
  4. Şimdi, gözlemlerinizi açıkça anlamlandırmanın ve onları sorgulayarak, muhakeme ederek ve hedef oluşturarak ifade etmenin tam zamanı. Bu Anlamlandırmanız sonucunda, tasarlanmış eylemlerinize yönelik yeni içgörüler oluşturursunuz. Niyetinizin daha fazla farkında olur, yapmak üzere olduğunuz eylemlerin sonuçları üzerinde çok daha fazla kontrole sahip olursunuz (A).
  5. Son adımda ise, bir tepki yerine, bilinçli, otokontrol sahibi ve Yanıtlayıcı tutum ile harekete geçmeye hazır olursunuz. Bu kabullenme veya direnç yolunu seçmenize bağlıdır (Y).

 

Unutmayın, “pratik yapmak mükemmelleştirir” her zaman küçük adımlar ile mümkündür… İhtiyacımız olan tek hatırlatıcı Ara vermektir! Bir kez ufak anlık bir arayı hatırlayabildiğimizde, sıkıntı anları, mücadeleler veya zorluklar, kalan her şey birbirini izler…

 

Her denemenizin tadını çıkarın; öğrenmenin tadını çıkarın; ve hayatın tadını çıkarın!

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir