Çok mu İstiyorum Acaba?
(Yazarı sesli dinlemek için tıklayın.)
Öfkeliyim… Çok hem de çok öfkeliyim. Dünyada olup bitene öfkeliyim. İnsanın insana yaptıklarına öfkeliyim. İnsanın insandan çıkardıklarına öfkeliyim. İnsanın bitmez tükenmez ihtiraslarına ve elde etmek için her şeyi yapabilme cüretine öfkeliyim. İhtirasları uğruna canından kanından olana dahi zarar vermeyi göze alan zihniyete sahip olmasına öfkeliyim. Birbirini dinlemek ve anlamak yerine önce kendini haklı ve daima güçlü kılmak istemesine öfkeliyim. “İnsanlık” adına, “sağlık” adına, “demokrasi” adına, “vatan bütünlüğü” adına diyerek insanlığın içine ettiler. Birbirini hiç tanımayan, yüz yüze gelmeyen ve ortak geçmişi olmayan insanları kutuplaştırmakla kalmayıp, kardeşleri, karı-kocayı, komşuları, yıllanmış beraberlikleri birbirine düşman ettiler. Geçen yıl Covid-19 bana bir umut ışığı getirmişti; yıkıcı etkisinin yanında insanlık için olumlu bir etkisi olur umudu uyanmıştı… Hani belki süregeleni dönüştürür, olaylar başka türlü ilerler ve insan denen varlık nihayet ortak yolu ve birliği beraberliği bulur, destek çıkar diyordum. Ne yazık ki, kısa sürdü, o ışık da söndü gitti.
Bundan tam 30 sene önce (28.01.1991) yazdığım şiiri buldum. “Bir Deli” diye başlamışım…
Dünyayı fethetmek isteyen bir deli,
sahip olup yönetmek ister herkesi;
fakat dünyamıza çok geldi böyleleri,
hiçbiri de sınırı bilemedi.
Önce halkını inandırmakla başladı,
planlar yapıldı, her şey hazırlandı;
eğer biri gelseydi ona karşı,
kestirirdi hemen kafasını.
Sahip olabilmek için bu güce,
kıyabildi güzelim insana, çevreye;
Tanrım, lütfen bana söyle,
bu insanlık dışı davranış değil de ne!
Şu anda evimde oturmuş kendime bakıyorum. Öfkemi dile getirecek kelimeler bulmakta zorlanıyorum. “Öfke küpüne zarar” derler ya hani, benimkisi de öyle; buharlaşıp yok olasım var. Yıllardır tanık olduklarımızı izlemenin ve elimden bir şey gelmeyip sadece izler konumda kalmanın çaresizliği var içinde. Bu zaman içinde türlü şeyler denedim… Kaçmayı denedim… görmezden gelmeyi ve kendi hayatıma bakmayı denedim… küçük dünyamın sınırlarına sığınarak dışarıda olan biteni dışımda tutmayı denedim… Ne işe yaradı? Hiç! Bir yandan da yakın çevremdekilere barış, sevgi, birlik beraberlik mefhumlarını ve hayat anlayışını aşılamaya baktım… 25 yıllık öğretmenlik mesleğim boyunca bu değerleri öğrencilerime aktarmaya uğraştım… Başımıza gelenleri algılama ve karşılığında tepki veriş biçimimizin hayatımızı ne derece etkilediğine ışık tutmaya baktım; kendimizi değiştirirsek ancak dünyamızın değişeceği anlayışını yaymaya uğraştım. Bunların da ne kadar işe yaradığından emin değilim!
Bildiğim şu ki, bu öfke ve çaresizlik duygularının yanında, içimde kuşku, yorgunluk ve de tuhaf bir korku var… Anlaması, aktarması zor türden bir korku… Öfkeme yenik düşme korkusu, ondan beslenerek başkalarına nefret duyma korkusu ve o nefret duygusuyla “yıkıcı” düşünce ve temennilerde bulunma korkusu. Zihnimin, kesinlikle bana ait olmayan “cehenneme kadar yolları var” “Allah belalarını versin” “beter olsunlar” türünden söylemleri yaratabilmesinin ve o potansiyelin bende var olmasının yarattığı korku. Öfkenin, derinliklerde uyuyan şeytanı kolaylıkla uyandırabileceği, ve kişiyi nefrete, düşmanlığa, kötülüğe, vahşete itebileceği gerçeğiyle yüzleşme korkusu… Özetle, kendimde sağduyumu kaybetme potansiyelini gördüm; iç sesimin daha baskın bir sese yer verebileceğini gördüm; ve dikkat ve farkındalığı elden bıraksam kolaylıkla şeytana uyabileceğimi gördüm.
İçimdeki ses “Shirli bu laflar sana ait değil, olamaz, bu sen değilsin!” ile kendime geldiğimde sorgulamaya başladım, kaynağını keşfetmeye uğraştım. Kanımca okuduklarımdan, duyduklarımdan, izlediklerimden ve tabii ki de ait olduğum toplum ve değerlerinin bileşkesinden… Hepimiz köklerimizden ve çevremizden etkilenerek düşünce üretiyoruz; bilinçsizce, olduğu gibi, kopyalayarak hareket ediyoruz; içine doğmamış isek kendimize bir ana akım -ideoloji de diyebilirsiniz buna- seçip onun parçası oluyoruz, hareketlerimizi sorgulamadan oto-pilotta kopyala-yapıştır şeklinde yapıyoruz. İşte bunlar beni endişeye itiyor. Sanki düşünmeyi, sorgulamayı, etraflıca araştırmayı, işin inceliklerini, insancıllığı, yaşama önem vermeyi bıraktık; yerine haklı çıkmayı ve ne pahasına olursa olsun güçlü ve hayatta kalmayı hedef aldık.
Öfkenin yıkıcı etkisinden sıyrıldıktan sonra bir soru-cevap bombardımanına uğradım… “Beter olsunlar’ı dilemediğime göre, tanıdığım ve tanımadığım herkes için neler dilediğimi sordum kendime. Kendim için ne istiyorum? Kendim için başka diğerleri için başka şeyler mi istiyorum?” Hayır! Kendim için ne istiyorsam, başkası için de aynısını diliyorum. Kendim ve bütünün hayrı için herkesin huzur, barış, iyi niyet ve gerçek saf sevgi içinde yaşamasını istiyorum… Zenginliğin her türüne her haline sahip olmasını istiyorum… Güç ve mevkînin yanında güçsüzlüğü, zorluğu ve empati duygusunu dibine kadar tatmalarını istiyorum… Benim başıma gelmesini istemediğim şeyi başkaları için dilemediğim gibi, tüm insanlığın benim gibi dilemesini arzu ediyorum.
Çok mu istiyorum? Hayır! Dahası var! İnsanların uğruna mücadele ettiği ve kendileri için dilediklerini, başkaları için de dilemelerini istiyorum… Arzu ettikleri zenginliğin, gücün, refahın, bolluğun, bereketin, sevginin, barışın kendinden başlayarak harelerle herkese yayılmasını dilemelerini istiyorum. Hatta, başkaları için ne diliyorsa, kendisinin de bundan nasibini almasını istiyorum; öyle ki, “karşısındakinin” kötülüğünü, acısını, kederini, kıtlığını, yok olmasını diliyorsa, kendinin de bunu tatmasını istiyorum. İnsanın “hep bana hep bana” zihniyetinden “bütünün hayrına” tutum ve davranışına dönüşmesini istiyorum.
Belki de çok istiyorum. 51 yıllık ömrümün en az 30 yılını bu temennilerle yaşadım. İnsanlık tarihi benim gibi “romantiklerle” dolu. Romantizm demişken, bir şiir daha yazmışım aynı gün –“Acaba.”
Acaba mümkün müdür,
insanların barış içinde yaşaması;
dünyada savaşın son bulması?
Acaba hayal midir,
tek amacın var oluşu,
tüm insanların onun uğruna koşuşu?
Ne hayal ne de mümkün,
sadece ümittir bunlar bütün,
keşke gerçek olsaydı bu rüya,
ne güzel olurdu bu dünya!
Ama olsun, temenniye ve sesimizi duyurmaya devam… Bugünkü hayal belki bir gün gerçek olur. Belki yarın… Belki yarından da yakın…
Barcelona’dan Shirli
15 Mayıs 2021