Son Düello
Geçtiğimiz haftasonu, 1386 yılında geçen gerçek hikâyeyi konu alan Ridley Scott (2021) yapımlı “Son Düello -The Last Duel” filmini izledim; filim Eric Jager’in kitabı üzerine kurgulu -Son Düello: Ortaçağ Fransa’sında Suç, Skandal ve Düelloyla Yargının Gerçek Hikayesi. Hikâye, eskiden yakın arkadaş olan iki savaşçı şövalyenin (de Carrouges ve le Gris) düello yoluyla yargılanışını konu alıyor. Le Gris, de Garrouges’un karısına tecavüz etmekten yargılanıyor. Mahkeme kararına göre, düello sonunda biri ölecek; hayatta kalan Tanrı’nın isteğini, yani adaleti yerine getirmiş olacak. Le Gris hayatta kalırsa aklanmış olacak, de Carrouges’ın karısı da ceza olarak bir kazığa bağlanarak yakılacak. Spoiler vermeyeyim… İzlenesi, bir o kadar da dehşet verici bir film diyebilirim! Etkisinden uzunca bir süre çıkamadım. Orta çağdan bu yana yol aldığımız gelişimi, değişimi ve dönüşümü sorgulattı bana; bilim, teknoloji, sağlık, yönetim ve sosyal anlamda müthiş modernleşme yaşamış olsak da, bazı hususlarda -bilhassa kadın hakları ve kadının toplumdaki yeri konusunda, çok da ilerleme kaydettiğimizi söyleyemeyeceğim. Nedenine gelince… Şöyle…
Bir düşünün… 21nci yüzyılda göreceli gelişmiş toplumlarda kadının geldiği ve gelebileceği yerini, statüsünü, sahip olabileceği imkanlarını, yapabileceklerini… bir düşünün! Muhakkak ki geçmişten bu yana kadınlar büyük haklar “kazanmış” olsa da -ki kazanmak için az mücadele ve cefa çekmedi, toplumdaki yeri erkeklerle eşit konuma maalesef gelememiştir! Görünen köy kılavuz istemez! Günümüzde halen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlanıyorsa; bir yandan feminizm hareketleri sürerken diğer yandan ona karşıt fikirler oluyorsa; kadınların erkeklerin yanında eşit var oluşunu savunan çeşitli STK ve düşünce kuruluşları faaliyetler yürütüyorsa; kadın çalışanlarıyla ilgili “eşit işe eşit maaş” (equal pay for equal work), veya “cam tavan sendromu” (glass ceiling syndrom) gibi kavramlar geçerliliğini hala koruyorsa; ve kadınların aldığı ücretten yükselme olanağına kadar iş yerinde cinsiyetçi yaklaşım devam ediyorsa, o halde kadın hakları davasında, eşitliği sağlamış olmada pek de ilerlemiş sayılmayız!
Filmden çıktıktan sonra 1386’dan beri bugüne kadar kadının toplumdaki yerini sorguladım! Tecavüze uğramış genç evli bir kadının yaşadıklarını, kendini savunma biçimini ve bu olay karşısında diğerlerinin “yargılayıcı” bakışlarını düşündüm; kadının evlat ve eş olarak yüklendiği rolü sorguladım; kadına sahip çıkılması gereken, hatta erkeğe ait bir malmış gibi toplumda ona atfedilen rolü düşündüm; ve, erkeğin erkeklik algısının nasıl şekillendiğini ve şekillendirildiğini düşündüm… Yüzyıllar geçti, ama kadın ve erkeğin toplumdaki yeri pek de değişmedi, dedim kendime!
Sonrasında, bu sosyokültürel olgunun tanıdığım dillere yansımasını inceledim. Mesela, modern Türkçe’de çiftler birbirleri için “eşim” diyor; oysa ne ilginç ki, feminen-maskülen ayrımı olan bazı Avrupa dillerinde, erkekler eşlerine “benim kadınım” anlamına gelen sahiplenici ve hükmedici sözcüklerle my wife (İngilizce), ma femme (Fransızca), mi mujer (İspanyolca), işti (İbranice) diyor. Kadınsa kocasına sahibim anlamına gelen baali (İbranice), erkeğim anlamına gelen mi marido (İspanyolca), mon marie (Fransızca), ve eski Norse dilinde evin hâkimi anlamı taşıyan my husband (İngilizce) diyor. Bu arada, “eşim” sözcüğü türetilmeden önce, halen de yaygın kullanılan kocam ve karım hitap biçimlerini unutmamalı. Karım sözcüğünün kökeni dağı örten ve kapsayan “kar” olduğu iddia ediliyor. Yani, kadın erkeğine her kocam deyişinde, aynı bir dağ gibi, onun bilgeliğini ve yüceliğini vurgulamış oluyor; erkek de karısını onu yaşamında saran ve kapsayan kişi olarak gördüğünü dile getirmiş oluyor. Ne hoş, değil mi!
Toplumun kadını erkeğin yanında konumlandırış biçimine baktığımda, cinsiyetçi olmayan modern Türkçe’nin ve özünde Türk kültürünün diğerlerine kıyasla daha çağdaş ve eşitlikçi olduğunu söylemeliyim… Örneğin, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı 1934 yılında verilmişken, İsviçre’de 1971, İsrail’de kuruluşuyla birlikte 1948, İspanya’da 1933 (Franko rejimi sonrası 1977) yılında kadınlar haklarını edinmişler. (Ülkelerin listesine https://onedio.com/haber/ulke-ulke-kadinlarin-secme-ve-secilme-haklarina-sahip-olma-kronolojisi-971810 linkten bakabilirsiniz). Türk kadınının bugün nispi derecede sahip olduğu çağdaşlığı ve eşitliği Atatürk’e borçluyuz. Ne var ki, vizyonunu ve icraatlarını sürdürülebilir kılmaya ömrü yetmedi; ve bugün halen kadının erkeğin yanında eşitliği tartışılıyor, bağnaz algı ve zihniyetin kırılmasına uğraşılıyor.
Bu caçabyla ilgili Yanındayız Derneğinin çalışmaları ve #kadınerkekeşittirnokta Konferansıyla başlatılan kadın-erkek eşitliği hareketi dikkate değer. Toplumun çok geniş kitlesinden paydaşlar dahil etmesi, kadın ve erkeğin yanında eşitlikçi yaklaşım içinde olması ve kadına pozitif ayrımcılık yoluyla değil, erkeğin de toplum içinde yaşadığı zorlukları ele alması bakımından yenilikçi bir hareket. Çarpıcı olan şu ki, erkeğin erkeklik algısını ve sosyal öğrenim sonucu kadın üzerinde hakimiyetini kendinde hak görmesini ve bunun psiko-sosyal kaynağını irdeleyen; bu konuda farkındalık kazandırmayı ve zihniyetleri dönüştürmeyi hedefleyen bir hareket. Belki de bugüne kadar takip ettiklerim arasında en öncüsü.
Yıllar önce kadın konferanslarından birinde “erkekler konuşur, kadınlar yapar” lafını duymuştum. Eşitliği yerleştirmede kadının aktif rolü kadar erkeğin de müdahil olması ve parçası olması şart olduğu bir süreçtir. Kadın ile erkek arasında bir düello değildir bu süreç, bir iş birliğidir. Zira, erkeği doğrudan ilgilendirecek, etkileyecek ve nihayetinde özgürleştirecek nitelik taşımaktadır. Yazıma konferanstan alıntıladığım, sosyolog ve feminist yazar Pınar Selek’e ait sözlerle son vermek istiyorum: “Egosu sürekli şişirilen ve egemen mitleriyle özdeşleşen, bunlara yaklaştıkça alkışlanan erkekler bir yandan da egemenlik çarklarında sürekli olarak iğdiş ediliyorlar. Çünkü şiddet kapasiteleri sürekli olarak beslense de, gerçek yaşamda tosluyorlar. Yani hakikatleri eziliyor, parçalanıyor. Yani, sürüne sürüne öğrenilen erkeklik, iktidar vaadiyle iktidarsızlığın bir arada deneyimlendiği bir süreç oluyor.”
Konferansı izlemek isteyenler için Youtube linkini paylaşıyorum.
(https://www.youtube.com/watch?v=wwzPSh1yICc)
Sevgilerimle.
17 Kasım 2021
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!