Sondan Önceki Son Çıkış

İstanbul’da yaşayan herkes bilir “Köprüden Önce Son Çıkış” tabelasını. Akşam saatinde trafik kuyruğunda saatlerini geçirdikten sonra bu tabelayı görmenin mutluluğu kadar güzel bir şey yoktur herhalde. Tabii ki de Avrupa yakasında kalacaklar için geçerli bir duygudur bu. Çünkü köprüyü geçecekler için cefa devam edecek ve “başa gelen çekilir” misaliyle, kaderine boyun eğip yollarına devam edecekler…  Aslında bu satırları köprü trafiğinden öte bir olguyu düşünerek yazıyorum ve “köprüden önceki son çıkışı” Türkiye’nin geldiği son durumun vahametine bir uyarı teşkil edecek bir metafor olarak görüyorum. Çünkü, gerçekten de sondan önceki son çıkıştayız! Şu aşamadan sonra, şu son çıkışı akıllıca kullanmazsak, kaderimize kurban gideceğiz…

 

Daha önce yazmıştım… Depremle beraber umutlarım yerle bir oldu diye; enkazdan öfke ve keder çıktı diye… Her canlı kurtarıldıkça sevinç içinde olurken, ölüm sayılarını izledikçe içim parçalandı diye…. Ve, umutlarım ve geleceğin getireceklerine dair tüm inancım zifiri bir karanlığın içine gömüldü diye… Sanki karanlık aydınlığı bastırıyor ve karabasan yayılıyor gibi. Yani, daha ötesi yok! Her ölüm bir sondan ibaret! Ölüm dediğimiz şey, filmlerde, haberlerde veya yazılmış senaryolarda gördüğümüz gibi bir şey değil. Buz gibi soğuk, karanlık, ve bomboş bir son. Gidenin geriye gelmediği bir son!

 

Sinir bozucu olacak, biliyorum, ama sormak istiyorum: Hiç ölümü düşündünüz mü? Kendi ölümünüz olabilir, sevdiklerinizin ölümü, veya dünyada zamansız ve sırasız ölen insanların ölümü… Hiç düşündünüz mü? Ben çok düşünüyorum… Peki ya hiç ölüme yaklaştığınızı hissettiniz mi? Ben hisettim… Hem de üç defa! (Gerçi, iki buçuk yaşımda komaya girişimi de sayarsak dört de diyebilirim) Peki ya hiç rüyanızda ölümünüzü veya ölmek üzere oluşunuzu deneyimlediniz mi? Ben deneyimledim. Hem de üç defa! Hepsinde o bahsini ettiğim sonun karanlığını, soğukluğunu, boşluğunu, bitmişliğini, onun ötesinin olmayışının inanılmaz ağırlığını tattım! Çok ağır!

 

En sonuncusu, 6 Şubat sabahı gördüğüm rüyaydı; daracık bir alana sıkışmış, birinin elimi tuttuğu bir arafta olduğum bir sahne… Hala gözümün önündedir! Hepimizin ekranlardan hafızasına kazındığı bir resmin görünmeyen tarafındaydım sanki. Turuncu kurtarma ceketiyle enkaz başında kızının elini tutan babanın kızıymışım gibi, göçük altında küçücük bir pencereden bana uzanmış bir eli tutuyordum. Rüyamda, geldiler ve beni çıkardılar!

 

Rüya ile gerçek arasında ayrımın ne kadar zor olduğunu anlatmama gerek yok. Hepimiz biliyoruz ki, rüyanın içinde ne yaşıyorsan, o an senin için gerçeklik o oluyor! O yüzden de deneyimlerimiz ve duygularımız o denli gerçekçidir! Depremden beri gece gündüz göçük altında yardım elini bekleyenleri hissederek ve düşünerek kahrolacak gibi oldum. Rüyamda enkaz altından çıkarıldım, ama bütün mesele gerçek dünyada çıkarıl(a)mayan on binlerce can o bahsini ettiğim sona gitti, karanlığın ötesinde neyin olduğunu bilmediğimiz o yere.

 

Konuyu nereye getirmeye uğraşıyorsun Shirli?” diyorsunuzdur… 6 Şubat ile başlayan kâbus bitmedi, bitmiyor… Geldiğimiz bu dünyada “bir kez yaşarsın” diye yanlış bir söylem var. Doğrusu, “Bir kez ölürsün, ama her gün yaşarsın” olacak! Ne var ki, şu canım ülkemde her gün yaşayacağımıza, her gün canlı canlı ölüyoruz, ölümü sürekli tadıyoruz. Tabii her geçen gün cinayete kurban giden kadınların ölümüne değinmek dahi istemiyorum. Artık yeter diyorum! Yaşayacaksak onurumuzla, ve her gün yaşayalım! Öleceksek de bir defada ölelim!

 

Bir elin parmağı etmeyecek kadar kısa ama bir ömür kadar uzun geçen şu birkaç haftada gençlerden defalarca aynı sözleri duydum: “Bu ülke benim çocukluğumu ve gençliğimi çaldı benden. Bana borçlu ve kesinlikle hakkımı helal etmiyorum!” Haklılar!

 

Artık yeter!

 

Zor zamanlar güçlü insanlar yaratır.

Güçlü insanlar kolay zamanlar yaratır.

Kolaylaşmış bir hayat zayıf insanlar yaratır.

Ve zayıf insanlar zor zamanlar yaratır.

 

Artık gerçekten yeter!

Gençlerimize ve ardından gelecek nesillere sorumluluğumuz ve borcumuz var!

 

Onlara olan borcumuz, şu geçtiğimiz zor zamanlardan güçlü bireyler yaratmak, doğruyu seçerek rol model olmaktır. O yüzden, “sondan önceki son çıkıştayız!” derken, kritik anın içinde olduğumuzu hatırlatmak, ve külahımızı önümüze alma ve doğru olanı yapma zamanın geldiğini vurgulamak istiyorum.

 

Ya kıyametten önceki son çıkışı seçip doğru yola gireceğiz, ya da kaderimize kurban gidip sonun karanlığına doğru tam gaz devam edeceğiz. Ya onurumuzla yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceğiz, ya da öleceğimiz güne kadar her gün tekrar tekrar ölmeye devam edeceğiz. Bu nedenle 14 Mayıs gününü ve son çıkış fırsatını akıllıca değerlendirelim derim…

Bilmem anlatabildim mi?

 

Barcelona’dan Shirli

20 Mart 2023

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir