Tıkanmışlık

Bir önceki yazımı “Uzun bir aradan sonra, ancak şimdi klavye başına geçebildim…” ile başlayıp, karantinayla beraber verimliliğimizin nasıl etkilendiğinden ve yaz boyunca aklımı bir türlü odaklayıp bir satır dahi kaleme alamadığımdan bahsetmiştim. Bu halimi bir tür “tıkanmışlık” olarak ifade etmiştim. Tabii tıkanmışlık derken tam olarak ne olduğunu tarif etmemiştim. Bu sefer birazcık yaşadığım bu duygudan bahsetmek ve içinden nasıl çıktığımı paylaşmak istiyorum. Amacım özelimi yedi düvele duyurmak değil; tersine, pandeminin başlamasıyla birlikte bir çoğumuzun yaşadığı ortak duygu olmasından dolayı, kendi deneyimlerimden yola çıkarak, “yalnız değilim, yalnız değilsin, her zaman bir çıkış yolu var” mesajını paylaşmak. Zira halen tıkanmışlığın yaşandığı dönemin içindeyiz.

Benim yaşadığım bu duygu literatürde languishing olarak geçiyor. Özünde bir fiil olsa da, languishing bir hali ifade ediyor. Miriam-Webster sözlüğü bunu zayıf düşme, canlılıkta azalma veya cansızlaşma, ruhsuzlaşma, uzun süre ihmal edilme, yas duygusu yaşama şeklinde tanımlıyor. Türkçe’ye (Tureng.com) ruhsuz, cansız, üzgün, kederli, özlem dolu, mahzun, hali kalmamış, kuvvetsiz, yavaş olarak çevrilmiş. Psikolog Akademisyen Adam Grant, 2012 yılında ortaya attığı bu terimi şöyle tanımlıyor: “durağanlık ve boşluk içinde olma hali; günlerin içinden geçerken hayatına sanki puslu bir camdan bakıyormuş hissi taşıma” ve Nisan 2021’de bir söyleşisinde “2021’in en baskın duygusu olabilir” diye ekliyor. “Bu depresyon ile serpilme halleri arasında bir boşluk gibi; zihinsel rahatsızlık semptomları göstermiyorsun, ama tam da sağlıklı bir hal da sergilemiyorsun; yani tam kapasitede işlemiyorsun. Langushing motivasyonu azaltıyor, odaklanma becerisini bozuyor ve işten kopmaya neden olabiliyor.” Grant, Pandemi süresince yaşadığı hisleri şöyle anlatıyor: “depresif değilim, umutsuz veya tükenmiş de değilim, hatta hala enerjim var; ama pek geleceği düşünmüyorum, yavaşlamış gibiyim ve biraz amaçsız ve neşesiz bir haldeyim.” Tanıdık geliyor mu? Son dönemde yaşadıklarıma müthiş benziyor.

Bu duyguya ben “tıkanmışlık” diyorum. Tarif edecek kelimeyi aramış “hah işte bunu en güzel ifade edecek sözcük budur!” diye bulmuş değilim. Deneyimlediğim ve kendimi o halin içinde bulduğum için öylece “tıkanmışlık” hissi çıkıverdi. Hikayesiyse şöyle: Haziran 2021’den Eylül başına kadar üstüme sinen ve ne olduğunu çözemediğim bir hal var idi. Bu zaman zarfında tek kelime yazı yazamadım. Zihnimde düşünceler dolanıyor, klavyeye bir türlü akmıyordu. Birkaç paragraf yazıyor, beğenmiyor siliyordum. Yazdıklarımın -dolayısıyla zihnimin ürettiği düşüncelerin, hatta sesimin kendini tekrar ettiği algısına kapıldım. Ne mi yaptım? Bıraktım; kendime “çıkmıyorsa -ki besbelli çıkmak istemiyor, boşa kürek çekmeye ve çabalamaya gerek yok, bırak yazma!” dedim… Bir yandan bıraksam da gözlemlemeye ve analiz etmeye devam ettim. Kendi kendimle kaldığım bir gün bana bu hali yaşatan duyguyu aradım: içimde bir enerji var ilerlemek istiyor; ancak beni daima harekete geçiren amaç, anlam, motivasyon ve odaklanma sanki kaybolmuş… Üzerimdeki hal beni ilerlemek yerine beni olduğum yere mıhlıyor sanki.

Ansızın zihnimden “tıkandım!” kelimesi çıktı. Sanki yolun bittiği ve devamı olmayan bir çıkmaz noktadaymışım gibi. Hissi hiç hoş olmayan bir nokta; ilerlememin icap ettiğini bilip de ilerleyememek, yazmamın gerektiğini bilip de yazamamak, sürüyle yazacaklarımın olduğunu farkında olup da iki satırı istediğim gibi bir araya getirememek beni sadece çileden çıkarmadı, son derece strese soktu. Ben de o stres ve kaygıyla mücadele etmek ve savaş vermek yerine biraz daha zamana ihtiyacım olsa gerek düşüncesiyle “akışa bırakmaya” karar verdim. Akışta değişen bir şey olmayınca ne mi yaptım? Beni en başından beri IYT yazarlar ailesine davet eden Av. Yakup Barokas’ı yeni yılımızın ilk günü arayarak “üzgünüm, biliyorum benden yazı bekliyorsun, ama çıkmıyor, ne yapsam etsem çıkaramıyorum; tıkanmışlık yaşıyorum; yazmış olmak için yazmak ve bana ait olmadığını hissettiğim kelimeleri yayınlamak istemiyorum.” dedim. O da ne yapsın ☺; “peki, haklısın” dedi; ve “yazılarında hep sihirli bir yan var, bir hikaye veya olay başka bir olayla birleşiyor hep; çıkmıyorsa madem, yapacak bir şey yok; hazır olduğunda yazılarını bekliyorum” diyerek konuşmayı sonlandırdık.

Haklı olabilir; yazılarımda, bilmeden de olsa bir sihir katıyorumdur belki. Ancak içimdeki sihirli dokunuş veya ilham o telefon konuşmasına kadar sanki uykudaydı ve birdenbire uyanıvermişti. Bir haftadır üstünde çalıştığım, gidip gelip yeniden düzelttiğim, ama bir türlü nihai halini getiremediğim son yazımı 15 dakikada tamamladım ve gönderdim. Üç aydır süregelen tıkanıklığım ansızın açıldı ve yazılarımdan işimle ilgili yapacaklarıma kadar her şey kendi kendine akar oldu. Şu satırları tuşlarken bile zihnimdekileri zorlamadan, zorlanmadan kendiliğinden satırlara akıtıveriyorum.

Bir meyvenin olgunlaşma süreci olduğu gibi, bu tür derin duyguların olgunlaşma ve dönüşmesi için emek ve zaman gerekir. O halde, can alıcı soru şu: neydi tıkanıklığımı açan? Belki o telefon konuşması; belki kendimi akışa bırakmaya karar verişim; belki olanla mücadele etmek yerine olanı kabul etme cesaretini gösterişim; belki tıkanmışlık hissini fark etmeye fırsat verişim; belki çıkmayacak candan can çıkarmak üzere ısrarcı olmayışım; belki içimde olanı yadırgamadan, yargılamadan, düzeltmeye veya ayar çekmeye yeltenmeden olduğu gibi kabul edişim… Hangisi? Esasında hepsi! Bildiğim bir şey var ki, bunların her biri tıkanmışlık (veya languishing) halinden çıkarken birer yardımcı basamak görevi gördüğüdür.

Son olarak, kendimizi tıkanmışlık halinde bulduğumuzda ne mi yapabiliriz; işte birkaç adım…
Farkındalık özgürleştirir. İçinde bulunduğumuz hali gözlemleyerek tanımlamalı ve bu halin tıkanmışlık olduğunu fark etmeliyiz.
Kabul işin yarısıdır. Neşemiz enerjimiz veya motivasyonumuz yerinde olmadığı halde “mış” gibi davranmak yerine, olduğumuz hali kabul etmek çıkış sürecini hızlandırır, bizi o hissin ağırlığından arındırır.
Teslim ol akışa gir. Her ne kadar yenilgiyi çağrıştırsa da, teslimiyet bir seçimdir, özgürlüğe doğru ilk adımdır. Kendimizi teslim ettiğimiz an akışa bırakmaya da izin veririz.
Sürece güven akışta kal. Kendimizi akışa bırakmak ve sürece güvenmek için akıntıya karşı kürek çekmek yerine, akan yönde ne varsa onunla seyretmeliyiz. Bunun için bizi iyi hissettiren ve kendimizi içinde kaybettiren -resim, yürüyüş, spor, müzik gibi aktivitelerde bulunarak aktif bekleyiş içinde olmayı seçmeliyiz.
Hareket bereketi getirir. Duygular hareket halinde olduğumuzda dönüşme eğilimi gösterir. İngilizce’de emotion=energy in motion -yani enerji harekette ile tasvir edilir. Hareket halinde olan beden ve zihin duyguları içinde olduğu sarmaldan çıkarır, enerji, coşku, neşe, motivasyon ve diriliği yeniden kazandırır.

Uygulamaya yönelik daha fazla bilgi, detay ve yöntem için bana shirlienderbuyukbay@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz…

Barcelona’dan sevgiler
21 Eylül 2021

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir