Varoluşçuluk Üzerine Bir Deneme!

Bir önceki “Varoluş Özden Önce Gelir!” başlıklı yazımda Yavaş Ölüm şiiri üzerinden varoluşçu felsefesine değinmiştim. Sanat ile sanatçının yeri ve arasındaki önceliği konusunda birkaç soru yöneltmiştim; hatta kendimce doğru gelen düşünceyi öne sürmüş, “Peki ya sizce?” diyerek okuyucuya fikirlerini sormuştum. Çok harika geri dönüşler aldım; sayıca az, ama derinlik bakımından çok ama çok zengin. Bir makalenin ardından gelen yorumların yarattığı çarpan etkiyi ve düşünce zenginliğini paylaşmak istiyorum bu yazımda. Çünkü, aynı sevgi gibi, bilgi ve fikir paylaştıkça çoğalıyor… Bundan da herkes payını alabiliyor.

 

İşte… Değerli yorumlardan doğan yeni çıkarımlarım alıntılamalarıyla aşağıda…

 

  1. Varoluşumuzun ardında yaşanmışlık kadar yaşanmamışlık da aynı ölçüde etken. Kurtul şu kaçırma hissinden, yaşamana bak!

 

…şairler veya yazarlar kendi varoluş hikayeleri ile üstü örtülü şekilde karşımızdalar… Ya yaşanmışlıklar ya da yaşanmamışlıklar… Benim anladığım bu. İster yaşanmışlıklardan kendine pay çıkar ister yaşanmamışlıkların pişmanlıkları ile debelen. Her insanın varoluş hikayesi kendine has. Kişi, şairin dediği gibi güvenlikli alanında yaşamaktan mutlu olur ve yaşadığını sanır veya kendi güvenlikli alanından çıkıp yeni deneyimler yaşar, sonuçta o da mutlu olduğunu sanır… Ancak her ikisinin ortak noktaları ikisi de yaşar; biri kendi yaşadığı deneyimlerin diğerinin de yaşamasını ve daha mutlu olacağı düşüncesiyle telkin eder, ancak gerçekte bu çok da etkili olmaz, çünkü her düşünce şekli kişiye has olup duygu tatminleri bireysel kalır.” – Rana

 

Yaşanmamışlık da bir yaşanma hali değil mi aslında?” – Pemi

 

  1. Olayları nasıl ele aldığımız, hangi ihtiyaçlarımızı veya yoksunluğumuzu giderme çabasında olduğumuza bağlı. Çünkü “Olayları değiştiremiyoruz. Tek müdahale edebileceğimiz olaylara bakış açımız.” – Pemi

 

“Sonuçta yaşama içgüdüsünü her ne kadar duygular yönetse de aslında ayakta kalmak, kişinin varoluşu maddi ihtiyaçların tatmini ile güçleniyor. O halde kişi şairin dediğine göre duygusal ihtiyaçlarını karşılamadığı sürece yavaş yavaş ölüyor, ancak diğer taraftan maddi ihtiyaçlar karşılanmadığı sürece de duygusal yıkımlarla daha da hızlı ölüyor…” – Rana

 

  1. Her bireyin ihtiyacı ve tatmin olma seviyesi değişkenlik gösterir, ancak belirleyici olan olumlu, açık ve kabullenici bir bakış açısı.

 

Yaşanmamışlıkları yaşayınca keşke herkes mutlu olabilse… Yine de şair konuyu pozitif düşünceyle irdelemiş, her zaman pozitif düşüncenin yanında olmuşumdur… Hayatta varoluşun tek gerçeği pozitif akıl ve ruh.” – Rana

 

  1. Algısal olarak, hiçbir zaman Goldilocks Etkisini* yakalayamayız. Daima tenkit edeceğimiz, söyleneceğimiz, değiştirmek isteyeceğimiz ve bizi mutsuz kılacak şeyler olacak. Diğer yandan, Budizm ve Uzak Doğu felsefeleri her şeyin olması gerektiği gibi ve ölçüde olduğunu savunur. Hayat ve yaşam serüveni ikisinin arasında bir şey mi acaba?

 

Kişi her zaman çok erken ya da çok geç ölür ve yine de hayat oradadır, bitmiştir. Çizgi çizilir ve hepsinin toplanması gerekir. Sen hayatından başka bir şey değilsin der Jean-Paul Sartre. Dolayısı ile konfor alanlarımızı zorlamak ve dışına çıkmak var olmanın dayanılmaz hafifliğini hissedebilmek yaşamın özü diye düşünüyorum… Goldilocks ve Üç Ayı hikayesinde olduğu Just the right size, taste vs. gibi. Bunu yakalayabilmek iste varoluşun özü. Ve bundan memnun olabilmek.” – Begüm

 

  1. Yaşanmışlıklar (veya yaşanmamışlıklarla) beraber yaş aldıkça, felsefe altyapısına sahip olmasak dahi felsefi düşünceler ve çıkarımlar yapacak mertebeye geliyoruz. Tek elzem olan, deneyimlerimiz üzerine düşünce üretmek, ürettiklerimizi paylaşmak ve yenilerine kendimizi açmak.

 

Ben felsefeden hiç anlamam ama insan kendi ruhu ile barışık dünyanın neresinde olursa olsun iki kahkaha atabiliyorsa en büyük zenginliğe sahip gerisi boş.” – Yasemin

 

  1. Bizi etkileyen ve aklımızda kaldığını düşündüğümüz anlar, başkalarının bize yaptığı veya söylediklerinden çok bizi nasıl hissettirdikleriyle ve bizde bıraktıkları hislerle ilgilidir. Yani, kalıcı etki bırakan sanatçının kendi değil, hatta sanatı da değil; sanatının bizde yarattığı duygulardır ve bu kişiden kişiye değişir.

 

Yazının içindeki soruyu hala düşünüyorum… Bir sanat eserine bakarken ya da onu okurken aklımda kalan bana hissettirdiği yeni tanıştığım duygular ve zihnimi farklı açılardan zorlaması oluyor. Yani benim dünyamda sanırım “yaratıcıdan” çok “yaratılan olgu” geriye kalıyor. Bu tabi ki “sanat” söz konusu olduğunda. (Ben de şiir Neruda’nın sanıyordum, yazınızdan sonra aslında bir kadına ait ve onun hayatta olduğunu öğrenmek beni çok mutlu etti, kendisini diğer yazıları için takibe aldım.” – Senem

 

  1. Sanatçının sanatının önüne geçmesi kişinin temel ihtiyaçlarına, kişisel güdülerine, toplumsal akımlara ayak uydurma gereksinimine ve en önemlisi maddi kaygılarına bağlı. Son dönemde birçok isim olmuş kişinin imajını ve mertebesini korumaya odaklanarak çalışması özünden, özgün motivasyonundan ve başlangıç noktasından kopmasına, sanatı için değil de kendisi için çalışmasına ve bunun sonucunda yarattığı sanatın kalitesinde değişkenlik göstermesine sebep olabiliyor. İcraatlarıyla değil de şahsıyla isim yapan ve etki bırakanlar “sanat sanat için” olgusundan çok “sanat sanatçı için” algısını yaratıyor.

 

Bazı eserler daha çok sanatçısını tanıdığınız zaman ya da çabasını, sanat yolculuğunu bildiğiniz zaman anlam kazanabiliyor sanırım. Picasso’nun bazı resimleri var bana göre, Picasso’nun yaptığını bilmesem yüzüne bakmam. Sanat sanat içindir ya da Sanat toplum içindir tartışmasında sanatı sadece sanat için yapan ve anlaşılma ya da mesaj derdi gütmeyen eserlerin hepimiz tarafından beğenilip, sanatçısının önüne geçmesi daha zor sanki. Ama bu şiir gibi eserler zaten çok çarpıcı, net ve akılda kalır olduğu için sanatçısının önüne çok rahat geçebiliyor. Eğer yazan yazarın maddi sıkıntısı yoksa bence bir sıkıntı da yok. Sonuçta duygusal nedenlerle yapılsa da sanatçıların da paraya ihtiyaçları var. Ben şair olsam, dünyada herkes şiirimi bilse ama benim yine de karnım açsa, bir içim burkulur yani.” – Sevkan

 

Bir kişi yarattığının önüne geçiyorsa bir daha aynı güzellikte yaratabilmesine de engel oluşturuyor demektir, okurken bu şekilde düşündüm. İnsanlar geçici ama yaratılanlar kalıcıdır. Aristoteles bir kişi ancak bu hayata kattıkları hiç kimse tarafından hatırlanmadığı gün ölür demiş, yani devinimi anlatmış.” – Ela

 

  1. Aşırı çabalar ve ihtiraslar olmadan, insan kendi halinde yaşayabilse, oldukça mutlu olabilir. Belki de Goldilocks etkisini ve getirdiği doygunluk hissini baltalayan en büyük etken, kıyaslama ve diğerleri ne yapıyorsa arkada kalmama güdüsü. Kişi kendini kendiyle, yani dünkü haliyle kıyaslamaya başladığında ancak huzurla yaşar ve ölür. Afrika Atasözünün dediği gibi, “Her sabah bir ceylan ve bir aslan uyanır, bir önceki günden daha hızlı koşma çabasıyla…”

 

Acaba ben şiiri yanlış mı anladım? Bir köyde yasayıp, hiç seyahat etmeden hayatını geçiren, zaten herkesi tanıdığı için başka yeni kişi ile tanışmasına da gerek olmayan, sadece tarlada ve evde çalışan kişi nasıl ölüyor? Bence arada kibir olmasın yeter, kalp kalbe değsin yasam öyle güzel ki…” – Anonim

 

Bu seferlik benden bu kadar.

Sevgiler.

16 Mayıs 2022

 

*Goldilocks Etkisi: Evreni bir araya getiren elementlerin ne az ne de çok, ama tam yeterli oranda bir araya gelip bizim bildiğimiz evreni daha yaşanabilir bir dünyayı meydana getirmesine denir. https://en.wikipedia.org/wiki/Goldilocks_principle

 

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir