Bir Kediden Öte

Geçen sene Ekim ayında Menorca adasında bir martı ile müthiş büyüleyici bir etkileşim yaşamıştım, hatta hikayesini Menorcalı Arkadaşımla Sihirli Bir Etkileşim başlığıyla 18 Kasım 2020 tarihinde bu platformda paylaşmıştım. Martı gibi vahşi ve özgür ruhlu bir canlıyla böylesine iletişimi sihirli bulmuştum; halen de olağanüstü buluyorum. Tabii, beni o günlere götüren yaz sonu yaşadığım bir başka büyüleyici an. Ancak ona benzer bir deneyim olsa da, bu sefer daha da çok etkilendiğimi, hatta etkisinden henüz çıkamadığımı itiraf etmeliyim. Bu sefer hangi hayvanla etkileşim yaşadım diye merak ediyorsunuzdur. Bir kedi -Zorro. Yüzünü siyah bir maske kaplamış gibi bembeyaz bir kedi olduğu için Zorro uygun gördük. Ama ben ona Kuzu diyorum, çünkü bir kuzu kadar şefkat ve sevgi dolu. Öyle sokakta gördüğümüz sırnaşık, yemek dilenen ve yemeği kaptı mı kaçan, acıkınca yeniden gelen türden değil. Bir kediden öte, sanki yanınızda bir insan, sevgiyle bakıyor, iletişim kuruyor, sanki konuşuyor. Yaşadığım etkileşim aklımda ve kalbimde öyle yer etmiş ki, o Bodrum’da ben Barcelona’da olduğumuz halde, aklımdan ve kalbimden çıkaramıyorum!

 

Hikayesini şöyle anlatayım… Bodrum’daki yazlığımız kedi ve köpekle doludur. Bu sahipsiz sokak hayvanlarını biz yazlıkçılar yazları, yaz-kış sitede yaşayanlar da kışları besler. Birçoğu sokaklarda dünyaya gelmiş olsa da, aralarında sahiplerinin koylarda salıverip bıraktığı ve çekip gittiği hayvanlar da var. Ne yazık ki, geçmişlerine dair ayrıma varmak çok güç. Genel hal ve tavırlarından, sunduklarımıza yönelik yaklaşımlarından ve bizlerle bağ kurma stillerinden tahmin edebiliyoruz ancak. 16 yıl kadar önce bizi bulan bir köpeğimiz olmuştu; ismini Endi koymuştuk… Tahminimize göre bizim koya uğrayan ve iskeleden bırakıp giden bir teknenin köpeğiydi. Müthiş sevecen, duyarlı ve uysal bir köpekti. Birkaç yıl yaz-kış yaşayanlarla dönüşümlü olarak ona baktık ve maalesef birkaç yıl sonra bir arabanın çarpmasıyla öldü.

 

Geçen yıllar içinde çevredeki kedi köpekleri beslemeye devam ettik. Ta ki bir Ağustos sabahı Kuzu yolumu kesene kadar… Sabahın erken saatinde denize dalıp çıkmak üzere sahile inerken önüme çıktı ve benimle konuşmaya başladı. Tatlı diliyle yolumu kesmekle kalmayıp, istikametimi gerisin geriye eve yönlendirdi bizi. Birlikte eve varana kadar defalarca bir şey anlatır gibi bana miyavladı. Ona yemek verip yeniden sahile yöneldim. Bir yandan da aklımdan “kuvvetle muhtemel döndüğümde gitmiş olur” düşüncesi geçiyordu; çünkü bu zamana kadar beslediğimiz kedilerin hepsi öyle yapmıştı. Bir saat kadar sonra eve döndüğümde Kuzu’yu bahçede dolaşıyor, salıncakta sallanıyor ve beni gördüğü anda yaklaşıp konuşmaya başlıyor buldum. “Aaahh bir anlasam ne dediğini…” diye düşündüm. Birkaç saat sonra kocamla 4-5 gün İzmir’de geçirmek üzere yola çıktığımızda, arkamızdan el sallayarak bizi uğurlayan ilave bir çift göz ve bir kalp vardı. Anne-babamın yanında kızımız ve Kuzu!

 

Tahmin edeceğiniz üzere, 5 gün sonra döndüğümüzde Kuzu halen etraftaydı.  Yolumu kestiği Ağustos sabahının üstüne 6 hafta geçti ve bugün halen evin bahçesinde, salıncakta, minderli sandalyelerde yerini almış ailenin bir parçası halini almış durumda. Bence Kuzu bizi seçti, sahiplendi! Bilirsiniz, kediler köpeklerden farklı olarak kendilerine sahip seçmezler, kişiye değil bulundukları mekâna bağlıdırlar. Ama Kuzu farklı bir can; sevgi ve şefkat dolu, duyarlı, sakin ama oyuncu ruhlu ve farklı düzeyde bağ kurmayı becerebilen bir kedi. Birçok defa beni gördüğü veya sesimi duyduğu anda yanı başımda bulduğum oldu; hatta bir seferinde annemle Facetime ile konuşurken sesimi duydu ve telefon ekranına yanaşıp bana miyavlamaya başladı. Çok düşündüm, Kuzu’yu Barcelona’ya getirmeyi, ona yanı başımda sahip çıkmayı istedim; fakat evde son derece ürkek bir kedim varken -Minik, bir arkadaşın gelmesiyle nasıl olacağı konusunda büyük tereddütler yaşadım, yaşıyorum. Diğer yandan tüm aşılarını yaptırıp Kuzu’yu sahiplenecek yuva arayışına giriştim. Maalesef bulamadım.

 

Hani dedim ya, sokak hayvanlarının geçmişini anlamak zordur diye… Sahipli olup sokağa mı bırakılmış, yoksa doğma büyüme sokakta mıdır, anlaması zor! Kuzu için de aynısını düşünmeden edemiyorum. Hal ve tavırları bana ya sahipli bir ev kedisi idi ve sokağa bırakıldı, ya da içine insan -ama gerçekten iyi insan ruhu kaçmış bir sokak kedisi olduğunu söylüyor. Bir sokak kedisinden öyle farklı ki… Azgın hayvanlara karşı kendini güvende tutmaya ihtiyaç duyan, hırçın kedilerden kaçmak için pencereye çıkıp “beni içeri alın” diye bütün gece miyavlayan, yemeğini başka kedilerle paylaşan bir kedi. Burnumun dibine kadar yaklaşıp patisiyle yanağımı okşayan sevgi yumağı! Doğrusu, böylesine bir canı kaderine bırakmak içimi acıtıyor. 2-3 haftaya annem-babam yazlığı kapatacaklar… Sonrasında ne olacak diye kara kara düşünürken, sevgi dolu, neşeli ve gerçekten iyi insan olan aile dostumuz Erden’in Kuzu’ya göz kulak olacağı, besleyeceği ve sahip çıkacağı haberini aldım. Çok sevindim! Hem de evimizin hemen arka sokağında. Dilerim Kuzu bizi seçtiği gibi Erden’i de sahip bilir, kış boyunca karşılıklı birbirlerini sevgi ve şefkat ile beslerler.

 

İlerleyen aylarda Kuzu’nun neler yaptığına ve nasıl olduğuna dair haberlerini alacağız. Şu kesin ki, ona yuva sağlamak gibi iyi niyetli girişimim onu bildiği habitattan koparmayı ve bir eve kapamayı, nihayetinde kaderine müdahale ediyor olmamı içeriyor; bu da beni son derece ürkütüyor. İyiliğini düşünüp onlar için iyiyi seçtiğimizi düşünürken, hayvanların kendi özgür iradelerini gasp edecek kadar müdahaleci de olabiliyoruz. O nedenle belki de Kuzu’nun kaderine uzaktan bu kadar (az) müdahale edebiliyor olmak, onu Barcelona’ya taşıyamamak veya eve kapanacağı bir aileye teslim edememek beni rahatlatıyor. Zira bazen hayvanlar üzerinde Tanrıları oynadığımızı düşünüyorum… Öte yandan, Endi’nin kaderini paylaşan onlarca sokak hayvanın varlığını yok sayamıyorum. Bilsek de duymadığımız ve kaderini paylaşmadığımız sürüyle hayvan var; bu da acıtıyor!

 

Sizleri Kuantum teorisine ait bir sözle bırakmayı istiyorum. “Ormanda bir ağaç devrilirse ve orada onu duyacak kimse yoksa, ses çıkarır mı?” (If a tree falls in the forest, and there’s nobody around to hear it, does it make a sound?). Soru son derece saçma gelebilir, direk yanıtı da olmayabilir… Ne var ki bu derin felsefi soruyla, bizi daha derin gözlemlemeye ve algılamaya, hatta algıda seçicilik yüzünden bazı olguları nasıl da görmezden duymazdan geldiğimizi hatırlamaya davet etmek istiyorum…

 

Barcelona’dan sevgiler…

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir