Dikkatimizi Neye Veriyorsak Enerjimizi Ona Veriyoruz

(Yazarı sesli dinlemek için tıklayın)

Bilimsel araştırmalar, strese neden olan ana faktörlerin belirsizlik, bilgi eksikliği, ve kontrol kaybı olduğunu öne sürmekte. Kuşkusuz, günlük yaşamda zaman-zaman bu faktörlerden birini veya ikisini aynı anda deneyimlediğimiz olmuştur. Ancak, üçü-bir-arada ☺, hele ki uzun süreli, belki de ilk defa deneyimliyoruz. Büyük ölçüde stres, kaygı, endişe, ve korku duygularıyla sarmaş dolaşız. İlginç olan, bu duygularla baş etmede, bilişsel mekanizmaları -yani olaylara anlam yükleme ve karar verme çabası içinde düşünce sistemlerimizi kullanıyoruz. Kısa süreliğine duygularımızı teskin edebilsek de, her yeni bilginin denkleme girişiyle dengeler şaşıyor, yeniden denge arayışına giriyoruz…

Özetle acele karar veriyoruz! Neden? Çünkü, zihnimiz bizi anlam yüklemeye ve belirsizliğin içinden çıkarmaya itiyor. Belirsizlik içinde yüzmek o denli rahatsız edici ki, karar verme suretiyle adeta bir dala tutunuyoruz… ne dalın sağlamlığını, ne de ucunu bucağını bilmeden. Yaptığımız, varsayımlara dayalı olası sonuçlar kurgulamak; hayal gücümüzün yettiği ölçüde. Oysa, hayat sınırsız olasılıklarla dolu… Oldukça eski bir hikaye bunu çok güzel anlatıyor… Adı “Acele Karar Vermeyin.” Rivayete göre Çin düşünürü Lao Tzu’ya ait. Ana mesaj “Acele karar vermeyin! Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının…”

Hikaye özetle şöyle… Köyün birinde yaşlı bir adam varmış… çok fakirmiş, ama dillere destan bir beyaz atı ve tek bir oğlu varmış. Kral atı karşılığında büyük bir servet teklif etmiş, ama yaşlı adam “bu at benim için bir at değil, bir dost; insan dostunu satar mı?” hep dermiş. Bir sabah kalkmışlar, at yok. Köylüler “seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları çalacakları belliydi; krala satmadın, ve şimdi ne paran var, ne de atın…” demişler. İhtiyar “karar vermek için acele ediyorsunuz; tek bildiğimiz at kayıp; ondan ötesi sizin yorum ve verdiğiniz karar. Atın kaybolması talih mi talihsizlik mi, henüz bilmiyoruz; çünkü bu olay henüz bir başlangıç…” demiş.

15 gün sonra beyaz at, peşinde 12 vahşi atla beraber geri gelmiş. Köy ahalisi ihtiyara gelmiş, ve ne kadar haklı çıktığını, atının kaybolmasının talihsizlik değil, aksine talih kuşu olduğunu söylemiş. İhtiyar “karar vermek için yine acele ediyorsunuz; tek bildiğimiz, atımın geri döndüğü; ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz…” demiş.

Bir hafta sonra, atları terbiye ederken ihtiyarın oğlu düşmüş, bacağını kırmış, köylüler “aaahh vaaahhh, ne büyük talihsizlik, fakirdin, şimdi eskisinden daha fakir, zavallı olacaksın” sözleriyle ihtiyara gelmişler. Yaşlı adam köylülere yine acele karar verdiklerini söylemiş; ama ahali onun için “bunak” deyip dalga geçmiş. Kısa süre sonra savaş patlak vermiş, tüm gençler askere alınmış, ihtiyarın oğlu dışında. Köylüler ihtiyarın başına toplaşıp ne kadar haklı olduğunu, oğlunun bacağının kırılmasının talihsizlik değil, bir şans olduğunu öne sürmüşler. Yaşlı adam yine “siz erken karar vermeye devam edin; ancak ne olacağını kimseler bilemez… Bilinen tek bir gerçek var, o da, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Bunların hangisi talih, hangisinin şansızlık olduğunu sadece zaman ve olaylar gösterecek…” demiş.

Hikaye köyde hala devam ediyordur; belki yaşlı adam köylülere uyup erken karar vermeye başlamıştır; belki de köylüler acele karar vermekten vazgeçmiştir… Kim bilir! Kesinlikle bildiğim şu ki, acele karar verirken kurgumuz da hayal gücümüzün derinliğiyle sınırlı olduğu; ve, deneyimlerimiz ile zihnimizden geçirebildiğimiz fikirlerle doğrudan ilintili olduğu. Oysa, başımıza gelebilecekler sınırsızdır; hatta mucize dediğimiz olaylarla doludur… Bulunduğumuz konumda bütünü göremesek de, onlar bütünün parçaları olarak gelirler; biri diğerini tamamlayarak, bir mükemmeli yaratmaya hizmet ederler.

İşte, asıl mesele, belirsizlik içinde olduğumuzda, parçalar halinde gelen olayları anlamakta meraklı ve sabırsız davranmamız; ne getireceklerini, bizim için hayırlı-hayırsız, talihli-talihsiz, iyi veya kötü sonuçlarını bilmek istememiz. Bilginin gelmediği durumda ne yapıyoruz; hayal gücümüzün sınırları çerçevesinde boşlukları kendimiz dolduruyoruz… Çoğunlukla, bu işlemi de, akla gelen ilk senaryoyla tamamlama, başka olasılığa açık kapı bırakmama eğiliminde oluyoruz… Merak ediyorum, köylülerden biri olsaydık “aaahhh… ne harika ki değerli atın yok olmuş, bir bakarsın 12 vahşi atı peşinden getirir…” gibi bir senaryo kurgular mıydık? Sanmıyorum!

Bu hikaye tabii ki bir kurgu… Ancak, film şeridi gibi gözden geçirdiğimizde, emin olun ki, hayatımızda örnek olacak olaylarla dolu… Büyük talihsizlik gibi görünüp verdiği acılara rağmen, çoğu olayın sonradan paha biçilmez değerde kazanımlar doğurduğunu biliyoruz! O nedenle Lao Tzu acele karar vermemeliyiz der; “…karar aklın durma halidir; karar verdiğimizde, akıl düşünmeyi dolayısıyla gelişmeyi durdurur. Buna rağmen, akıl insanı daima karara zorlar; çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir, ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez; bir yol biterken yenisi başlar; bir kapı kapanırken başkası açılır…”

Özetle, bugünlerde özellikle, üç stres faktörüyle bir arada yaşarken, yaşadığımız olayların neye haberci olduğundan bihaber, çok fazla anlam ve hüküm vermekten kaçınmalı, her olayı tek-tek ele almaya özen göstermeli, ve acele karar vermemek için kendimize fırsat vermeliyiz… olanları merakla izlemeli… ve mucizelerin cereyan etmesine imkan vermeliyiz. İlla da karar vermek durumunda isek, süreci mümkün olduğunca yavaşlatmalı ve uzatmalıyız. Dikkatimizi neye veriyorsak, enerjimizi de ona veriyoruz!

Barcelona’dan Shirli

Hikayenin aslına http://www.siirparki.com/haftoy5.html linkten ulaşabilir, veya Judith Liberman’ın şahane anlatımıyla hikayeyi dinleyebilirsiniz. https://www.instagram.com/tv/B_UIRPrqwQB/?igshid=9s2w1kplg8ou

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir