Cahillik Yapma Sakın!

(Yazarı sesli dinlemek için tıklayın.)

Bizim ailenin meşhur lafıdır bu -cahillik yapma sakın! Babama ait. Bir yere gidişimde, seyahate çıkışımda, arkadaşlarımla program yapışımda bana bu lafı ederdi “aman kızım, bir cahillik yapma!” Yaş 51, hala der… Bu lafın altında yatan mesaj “aman kızım yaptıklarına dikkat et, farkında ol, kendini koru, kolla” var. Deli dolu zıpır bir tip oluşumdan ve beni koruma kollama motivasyonundan olsa gerek…  Haklı bir yanı da var, zira şu yaşıma kadar başıma bin türlü şey geldi: havuzun dibine çakılıp burnumu kırdım, yazlıkta düşüp çenemi yardım, 26 yaşımda Los Angeles’te arkadaşımın yanındayken suçiçeği çıkardım. Daha da sayabilirim…  Özetle, bu lafı pek çok kere işitmişimdir, sonrasında babamla karşılıklı birbirimize “cahillik yapma sakın” demişizdir. Son dönemde, özellikle Covid-19 yüzünden çokça gündeme geliyor. Neden mi?

 

Şöyle… Bu satırları kayınvalidemin İzmir Karabağlar Tırazlı köyündeki evinden yazıyorum. İzmir körfezine tepeden bakan, doğa içinde, kuş cıvıltılarıyla sarılı bir huzur köşesinden… Birkaç günlüğüne geldik; aile ziyareti ve kocamın 50nci yaş doğum gününü ailece kutlamak için. İyi ki de gelmişiz! Ne çok özleşmişiz! Güldük, yedik, içtik, dans ettik, komiklikler yaptık, ateş yakıp marshmallow ısıtıp yedik, çekirdek çitledik, dağ tepe yürüyüp kozalak topladık… Dağın tepesinde, insandan ve karmaşadan tümüyle uzak, bir başımıza beden-ruh-zihin sağlığımızı besledik. Bunların tamamını da Covid-free yaşadık.

 

Tabii buraya geliş kararımız, o kadar da kolay olmadı. Covid-19’un yeniden “peak” yaptığı bir dönemde, Barcelona’dan İstanbul’a gitme cesaretini göstermemiz babamın “cahillik” kategorisine tamı tamına uyuyor! Risk-kazanç denklemine koyduğumda acaba akıllı işi mi, cahil işi mi diye, sorgulamadan edemiyorum.  Uçaktan indiğimiz andan itibaren ya bir yerden virüsü kaparsak, ya Barcelona’ya dönemezsek ve buralarda kalırsak gibi akıl almaz endişeler silsilesi sardı beni. Alışveriş merkezlerine, dükkanlara, kafe ve restoranlara gitmedim; niyetim de yoktu zaten… Yüzümde çift maskeyle, elimde püskürtmeli kolonya şişesiyle, sanki ben “ben” olmaktan çıktım, paranoyak bir Shirli oluverdim. Bilinç altıma dahi işlemiş, ki, bir gece rüyamda maskesini takmayan biriyle kavga edip takıştım.

 

Kendime şaşıyorum. Covid’in ilk başladığı ve yayıldığı Mart-Mayıs 2020 süresince Barcelona’da bu kadar rahatsızlık duymadığım halde, iki günlük İstanbul maceramda kendimi kaygı ve endişe sarmalında bulmak son derece rahatsız ediciydi. Bu döngüden çıkmış olmak büyük bir nimet olsa da, içinde sıkışıp kalabilirdim; farkında bile olmadan hayatımı hep bu kaygı ve endişe seviyesinde sürdürebilirdim; çevremde bir çok kişinin yaşadığı gibi! Korkutucu! En korkuncu, şartlar ve ortamın yanı sıra, “İstanbul’da durum çok kötü, çok kötü” söylemlerinin yarattığı psikolojik baskı.

 

İstanbul’dan çıkmak bile o baskının hafiflemesine yetti; bir de üstüne köy evine gidiyor olmanın düşüncesi son 2 günün ağırlığını üzerimden tümüyle aldı. Köy evine her gelişimde beni bir huzur kaplar. Bu sefer içimde bir kıpırtı, aklımı kemiren zihni sinir düşünceler… Ya virüsü almış beraberimde taşımışsam; tüm aileye bulaştırırsam; benden kaynaklanmasa da, ya birine bir şey olursa… İçimdeki vıdı-vıdı çekilir gibi değildi! Üstüne bir de baş ağrısı tutunca, işin kolayını buldum ve dosdoğru test yaptırmaya gittim. Kocam ve kızım dönüş uçuşu için zaten PCR testi yaptıracaktı, ben de peşlerine takıldım. Tabii ki sonuç negatif 

 

Tüm bu süreçte, benim için sinir bozucu kısım, iyi olduğumu (yani negatif sonucu) bildiğim halde emin olamayışım, kendimden şüphe ediyor oluşum. Psikolojik baskının üstüne zihnimiz bize öyle oyunlar oynuyor ki, bedensel semptomlar geliştirip kendi kendimizi “acaba bende bir şey mi var?” kuşkusuna düşürüyor. Öyle bir noktaya geldik ki, doğru bildiklerimizi sorgular, iç sesimizi berraklıkla duyamaz ve kendimizden şüphe eder olduk. Birçok anlamda dengemizi ve bütünselliğimizi sarsmakta olan acayip günlerden geçiyoruz. Gerçekten de, ara sıra soruyorum kendime, bugünün şartlarında seyahat etmek ve yerinden kıpırdamak ne kadar doğru? Acaba cahillik mi? Kulağımda babamın “cahillik yapma sakın” laflarının çınlamasına rağmen, iç sesim bu işin doğrusu veya yanlışı olmadığını; akılcı veya cahilce yanının da olmayacağını söylüyor. Kanımca, her seçimin doğruluğu veya akılcılığı kişinin iç sesinin dış seslerle ne kadar uyumlu olduğuna bağlı.

 

İtiraf ediyorum, kararımızı aldıktan ve İstanbul’a vardıktan sonra dahi, sorgulamalarım, iç çatışmalarım ve zaman zaman çelişkilerim devam etti. Dış sesler ve uyaranlar öyle yüksek sesle bombardıman halinde geliyordu ki, bir ara iç sesimi duyamaz hale geldim. Her ne olursa olsun, böylesine karmaşık dönemde karar alırken yüreğimizin sesini dinlemeye kulak vermeliyiz. Kurtarıcı anahtar bu! Kimine göre cahilce gelen bir seçim, benim için en akılcı ve doğru karar olabilir. Seçimlerimizin akılcılığı kişiye göre, durum ve ana göre ve ortama göre değişkenlik gösterir. Geleceği göremem, ancak anı anda yaşama ve hayatı kapsayarak yaşamayı seçen biri olarak, diyorum ki… Hayatı ve yaşayacaklarımızı ertelememeliyiz… Sorgulamalı ama bölünmemeliyiz… Seçimlerimizi özgürce, kendimizce akılcı gelen biçimde yapmalıyız… Ve yaşamı bütünlükle sürdürmeliyiz…

 

03 Nisan 2021

Tırazlı İzmir

 

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir