Belirsizlik Sularında Kararlılıkla Yüzmek

(Yazarı sesli dinlemek için tıklayın.)

Yaz geldi; hayatımız basitleşecek yerde, her zamankinden daha da karmaşıklaştı… Korona ile beraber, öyle bir döneme uyandık ki, yeni normali “normal” yaşamaya kalkmanın hayal olduğunu düşünüyorum. En ufak bir sosyal birliktelik için hala türlü önlemler alıyorken, bir yerden bir yere seyahat etme planları yapmak bile başlı başına bir iş haline geldi. Neden mi? Yeni normali eski alışkanlıklarımızla yaşamaya yeltendiğimiz için! Artık kabul etmeliyiz… Korona öncesi rutinimizin geçersiz olduğu bir dönem bu… Bilinmezliklerle beraber, kararsızlıkların, zihinsel ve duygusal karmaşıklığın baş gösterdiği bir dönem… Bir yandan olduğun yerde kalma diğer yandan hareket etme isteğinin yaşandığı bir dönem… Öyle ki, seçeneklerin ve alternatif sahibi olmanın bir lüks olmaktan çıktığı, huzursuzluk ve kaygı yarattığı bir dönem. En basit kısa süreli bir seyahat bile “köklü” bir karar verme sürecinden geçirtiyor insanı… İçimizdeki zihinsel ve duygusal enerjiyi emebiliyor… Sırf bu sebeple, bugünlerde, bütünsel (bedensel-zihinsel-duygusal) dengemizi muhafaza etmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

İşte, bu durumu –son bir kaç haftadır canlı kanlı deneyimleyişimi paylaşmak istedim… Her şey, THY’nin Barcelona’dan kalkan ilk tarifeli uçuşuyla İstanbul’a yaz tatili için dönmeye kalkışmamızla başladı. Çoğunlukla merak konusu, uçuş öncesi ve sonrası terminallerde olan biten, uçuş süresince yaşananlar gibi konular… oysa ki, bence asıl mesele uçmanın kendi değil… asıl mesele Korona zamanında uçmaya niyetlenmenin inanılmaz ağırlığı… Uçuşun kendisi çok rahattı. Her iki terminal de hayalet şehir denecek kadar boştu. Check-in, duty free, güvenlikten ve pasaporttan geçiş gibi tüm işlemler sosyal mesafe kuralı çerçevesinde, son derece sakin ve rahat şekilde yürüdü. Uçakta, binişten inişe, terminalden çıkışa kadar sessizlik, sakinlik, ciddiyet, mesafe ve saygı hakimdi. Özetle, tereyağından kıl çeker gibi İstanbul’a geldik. Keşke tüm uçuşlar hep böyle olsa.

Dediğim gibi, asıl mesele uçma değil… bir paket olarak uçmak işin en kolayı. Asıl zorluk, uçana kadarki sürede yaşadığımız zihinsel ve duygusal karmaşa, çektiğimiz kararsızlık, şartlara bağlı belirsizlik, ve tümünün yarattığı huzursuzluk… tabir-i caizse, akan suların durduğu, tıkandığı, hatta sonunda “eehhh yetti gayri… artık akışına bırakıyorum, ne olacaksa o olsun” dediğimiz anlar… Her ne kadar “belirsizlik” olgusuyla tanışık olduğumuzu zannetsek de, hiç de öyle değilmişiz… Yeni normalin değişken, belirsiz, karmaşık ve muğlak düzeninde yaşama çabası sonucunda ya topluca kafayı yiyeceğiz, ya da filozof olacağız.

Öncelikle, salgının hala hakim olduğu dönemde seyahat etmek, olduğun yerden kıpırdamak çok da akılcı değil. Amaaa, milyonlar –kendim de dahil– ne yapıyor, akılcı tarafı bırakıp alışkanlıklarının peşine düşüyor. Boşuna “alışmış kudurmuştan beterdir!” demiyoruz; mantık ve sağduyu eski alışkanlıklarımız karşısında yerle bir olabiliyor. Biz de, milyonlar gibi, yaz tatili, aile ve arkadaş özlemi ve ertelenen işler yüzünden, Temmuz’da İstanbul’a dönmeyi kafaya koymuştuk. Öyle ki, henüz sınırların açılacağına ve uçuşların başlayacağına dair kesinlik yokken, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in “1 Temmuz 2020’de sınırları turizme açacağız” lafına dayanarak, hayret edici bir kararlılıkla 1 Temmuz gününe biletimizi aldık.

Biletimizi aldık, uçup uçmayacağımızı net bilmeden… ve bekledik… THY’den iptal haberi gelir mi diye… ilk 15 dakika geçti, ses yok; 1 saat geçti, ses yok; ertesi günlerde de hiç bir haber maber yok! Bir yandan şaşkın, bir yandan heyecan içinde, son güne kadar iptal mesajı gelebilir diye diken üstünde bekledik. Nitekim, karantinaya girişimizin ilk günlerinde bilet aldıydık; ama 15 dakika geçmeden iptal mesajı aldığımız için, her tür habere hazırlıklıydık. Ne ilginç ki, son güne kadar iptal mesajı gelmedi… Kendimizi “uçuşunuz iptal edilmiştir” mesajına öylesine hazırlamıştık ki, 1 Temmuz’u sabır ve farkındalıkla bekledik.

Vakit yaklaştıkça sağdan soldan bilgi akışları başladı. THY’nin uçuşa başlayacağı ülkelerin listeleri tarihleriyle dolaşmaya başladı… Bir listede İspanya için 1 Ağustos diyordu… Bir başka listede 1 Temmuz… Arada, 23 Haziran’a kurtarma uçuşu konunca kafamız iyice karıştı… Saniyeler içinde bir “uçuyoruz” dedik, bir “kalıyoruz” dedik… Son güne kadar uçma ile kalma arasında boşlukta öylece kaldık. Sürekli “uçacak mıyız, kalacak mıyız; işlerimizi halledebilecek miyiz, edemeyecek miyiz; ailemizi görecek miyiz, görmeyecek miyiz; yazlığa gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz…” gibi sorularla meşguldük. Kafamız uyuşmuş halde, “öyle olursa böyle olur, olmazsa şöyle olur” gibi aptalca, havada kalan, hiç bir kesinliği olmayan kararlar aldık.

Kurtarma uçuşuyla uçmak istemediğimizi biliyorduk; 1 Temmuz’da uçamama riskini de almıştık. Ancak Haziran 20-21 sağdan soldan uçuş iptal haberleri geliyordu. Bize halen gelen bir şey yoktu. Hatta, aynı günün 14:40 uçağının iptal haberi, ardından bizim 11:50 uçağının 12:00’ye alındığı mesajı gelince, “işte buduuuur…. uçuyoruuuuuzzzz….” diyebildik. Ama yine de, henüz ülkeler arası sınırlar açılmamışken, İspanya’da olağan üstü hal yeni kalkmışken, İspanya-Türkiye arasında dolaşım mutabakatına varılmış haberi henüz gelmemişken, son mesaj bizi muğlak durumdan kesinliğe taşımaya yeterli değildi. 30 Haziran günü online check-in yapana kadar, uçmak ile kalmak arasındaki arafta rahatsızca gidiş hazırlıklarımızı yapmaya devam ettik. Tabii, bu kadar basit bir soruyu yanıtlayamamak; kısa vadeli tek bir karar dahi verememek; her karar aşamasında “hımmm… belki…” ile konuyu askıya almak ilginç ötesi bir deneyim oldu. Bu bana, tam anlamıyla anda kalmayı, anı yaşamayı, ve bir sonraki ana yaklaştıkça o an için karar almayı öğretti.

Her şeye rağmen, şu bir gerçek ki, bu 4-5 haftalık zaman aralığı yeniden bir çok şeyi sorgulatır oldu… Bir gün sonra uçup uçmayacağımı kesin bilemediğim, her an iptal haberinin gelebileceği, kesinlik mefhumunun ortadan kalktığı bir dönemde, “nasıl plan yapabilirim; kendimi nasıl programlayıp karar alabilirim; hayatıma hakim olduğum hissini ne kadar taşıyabilirim” sorgulamaları yarattı… Bu sorgulama sürecinin sonunda, hayatım üzerinde o kadar da kontrolümün olmadığını, ancak yaşam kesitlerinde “özgür irade” denilen sanal ile gerçeklik arası bir noktanın olduğunu, ve benim için özgür iradenin ancak Mindfulness prensipleri (dikkat, farkındalık, niyet, kabul, teslimiyet gibi tutumlar) üzerine kurulu seçimlerden ibaret olduğunu anladım… Doğrusu, bu prensiplere dayalı duygu-düşünce-davranış sistemi kurduğum için işin içinden aklı selim ve yüzüm gülerek çıkabildim, çıkıyorum…

Sonuçta, uçuşu gerçekleştik… İstanbul’a vardık… İşlem tamam, bitti gibi görünse de, belirsizlik sularında yüzmek son bulmadı… Dünya düzenini etkileyen Covid-19 gibi olgular var olduğu sürece, ve bizler eski alışkanlıklarımıza sıkı sıkıya bağlı, hatta esiri olduğumuz müddetçe, bu yolculuk son bulmayacak. Korkacak veya yapacak bir şey yok! Deneyimleyip başarıyla atlattıktan sonra, işler kolay… Derin sularda yüzmeyi başaran, her denizde her zaman yüzebilir… yeter ki suya girsin!

İstanbul’dan Shirli
15 Temmuz 2020

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir