Bana Tavrını Göster, Sana Yolu Göstereyim!

Yin-Yang, Çin felsefesinde, zıt güçlerin nasıl olduğunu tanımlayan büyüleyici bir semboldür. Örneğin; siyah-beyaz, karanlık-aydınlık, sıcak-soğuk, iyi-kötü gibi birbirine bağlı ve birbirini tamamlayıcı güçler…Bu zıtlıklar genellikle birlikte anılırlar. Bu sayede, birbirleriyle olan ilişkileri yoğunlaşır ve birbirlerini anlamsal olarak güçlendirirler. Mesela, soğuk sayesinde sıcağı hissedebiliriz. Veyahut, karanlık olduğu sürece, ışığı algılayabiliriz. Karanlık arttıkça, ışığı betimleme yeteneğimiz de artar. Yin-yang’da olduğu gibi, bu zıt kuvvetlerin varlığı dualite olarak adlandırılır. Etrafımız, kusursuz bir dengenin varolduğu dualitelerle kuşatılmış durumdadır.

 

Hayattaki bu muhteşem dengeye rağmen, maalesef, bu dengeye olan dikkatimizi kaybetme veya bunun varlığından bihaber olma eğilimindeyiz. Bunun nedenini merak ettiniz mi? Bu soruyu yanıtlamadan önce, denge derken neyi kastettiğimi açıklığa kavuşturmakta fayda var. Anlamsal olarak denge; (1) birinin veya bir şeyin dik ve sabit kalmasını sağlayan eşit bir ağırlık dağılımı; veya (2) farklı elementlerin eşit veya doğru oranda bulunduğu bir durumdur. Denge veya dengesizlik anlayışımız, içsel kaynaklarımızı yönetme kapasitemizle alakalıdır. Bu içsel kaynaklar, öz-farkındalık, özgüven, öz-düzenleme, özerklik (otonom olma), özgünlük, umut, esneklik, (öz) şefkat, şükran vs. Çevremizdeki unsurların enerji, zaman, ağırlık, dikkat ya da önemini eşit ya da orantısal olarak paylaştıramadığımız durumlarda, en iyi işleyişimiz ve refahımız için hayati önem taşıyan bu kaynakları yönetme gücümüzü yavaş yavaş kaybederiz.

 

Dengemizi sağlayan veya kaybettiren şey nedir? Karşılaştığımız ya da deneyimlediğimiz her olayı, konuştuğumuz ya da sahip olduğumuz bir duyguyu ya da fikri düşünün. Ne yaparız? Bir kararla otomatik olarak değerlendirir ve sonuçlandırırız. Çevremizdeki her şeyi değerlendirir ve yargılarız. Yaşamımızdaki fenomenlere karşı, çoğu zaman olumlu ya da olumsuz ve bazen de tarafsız olan kendimize has bir tavrımız vardır.

 

Bunu basit bir örnekle açıklayalım: +13 santigrat dereceyi gösteren bir termometre düşünün. Nispeten, deneyimlerimize ve bulunduğumuz çevreye dayanarak, olumlu ya da olumsuz bir yargıya varma eğilimindeyizdir. Bu yargı süreci boyunca, sıcak veya soğuk, iyi ya da kötü, hoş ya da sevimsiz değerlendirmesi yaparak bir yargısal sonuca varırız. Fakat bu yargısal sonuçlar, termometrenin +13 santigrat dereceyi gösterdiği gerçeğini değiştirmez. Benzer bir şekilde, daha karmaşık ve duygusal olarak zorlayıcı durumlarda, mesela, kendimizle veya bir başkasıyla yaşamış olduğumuz bir fikir çatışması ya da anlaşmazlık olduğunda, kendimizi, şiddetli tepki gösterirken ya da barışçıl bir tavır sergilerken bulabiliriz. Dolayısıyla ne kadar çok duygusal olarak tetiklenmişsek; o denli az pozitif veya tarafsız bir tavır sergileme eğiliminde oluruz.

 

Öyleyse tavır, veya tutum, nedir? Anlamsal olarak, “bir şey hakkında düşünülmüş bir düşünce ya da duygudur”. Halk arasında ise tavır; bir olguya karşı verdiğimiz yanıt; yani cevap verirken takınmış olduğumuz duygu, düşünce veya davranış şekli olarak tanımlanır. Hayatta karşılaştığımız şeylere karşı belirli bir tutum tarzını benimseyerek dengeyi sağlayabiliriz: -negatif veya pozitif; İyi ya da kötü; faydalı ya da tehdit edici; veya nötr. Ne kadar çok olumsuz tavra sahip olursak, o kadar çok dengeden uzaklaşırız. Aslına bakarsak, doğamız gereği, genetik olarak olumsuz bir eğilime yani “olumsuzluk önyargısına” sahibiz. Zihnimiz, bizi güvende tutmak için, karşılaştığımız olumsuzlukları tehdit veya tehlike olarak algılamada oldukça başarılıdır. Aynı zamanda, bu olumsuzluklara karşı bizi savaş durumuna sokar veya duruma göre olumsuzluklardan kaçabilmemize yardımcı olur. Doğal eğilimimize rağmen, duygusal olarak zorlu durumlarda dahi, arzu edilen belirli tutumu yönetme ve benimseme yeteneğine sahibiz.

 

İşte burada altın değerinde bir soru geliyor: hayatımızda kusursuz bir dengeyi sürdürebilmek için nasıl bir tavır benimseyeceğiz?

 

Bu soruyu Jon Kabat-Zinn dikkat ve farkındalık (mindfulness) bakış açısıyla, yani mevcut andaki deneyimlere yönelik bilinçli bir dikkatle, yargısız bir tutumun önemini vurgulayarak açıklamaktadır. İlginç bir şekilde, odaklanmış bir dikkat uygulaması sırasında, hoşumuza giden ya da gitmeyen pek çok şeyi keşfediyoruz. Dikkatimizin farklı düşüncelere sürüklendiğini fark ettiğimizde kendimizi olumsuz bir tavırla eleştiriyoruz. Benzer şekilde, uygulamada başarılı olduğumuz sırada kendimizi övüyoruz; bu sefer de dikkatimiz zaten olumlu bir yargıya sürüklenmiş oluyor! Her iki durumda da, aklımız ve dikkatimiz dalıp gider, ve düşüncelere veya hikayelere daima sürüklenecektir. Ne olumlu ne de olumsuz yargı, ancak tarafsız bir tutum pratiğimizi kolaylaştıracaktır; ve sayesinde zihnin dalıp gittiğini fark edip onu geri getirebiliriz. Tıpkı +13 santigrat derece örneğinde olduğu gibi, zihin dalgınlığı durumuna karşı tavrımızın objektif (tarafsız) olması gerekir. Yeni keşiflere, yeni deneyimlere ve yeni duygulara karşı bu türden bir tavrı benimseyebildiğimiz zaman, pozitif düşünmeye daha elverişli olabiliriz.

 

 

Bana tavrını göster, sana yolu göstereceğim!

 

Sonuç olarak, optimum işleyiş ve mutluluğumuz davranışlarımızı düzenleyebilme yetimize dayanmaktadır. Eylemlerimiz ve davranışlarımız, niyet ve tutumumuzla doğrudan bağlantılıdır. Önceki makalemde (Hayatınızı nasıl yönlendirmek istersiniz? Rastgele veya Bilerek mi?), niyetimizin, aldığımız sonuçlara veya neticelere nasıl etki edebileceğini elimden geldiğince açıklamaya çalıştım. Eylemlerimiz ya da davranışlarımız niyetimizi ortaya koyuyor. Aynı şekilde, tavrımız, davranışlarımızın özelliklerini tanımlamakta ve istenen sonuca giden yolu belirlemektedir.

 

Bu kavramları doğrusal bir sırayla gösterecek olursak, önce niyetle başlamalıyız, ardından tutumla devam edip, daha sonrasında bizi sonuca götürecek olan eylem veya davranışla sonlandırmamız gerekir. [Niyet -> Tutum -> Eylem / Davranış -> Sonuç.] Dolayısıyla, bir sonuca ulaşma niyetimiz, eylemlerimiz ve sonuçlarımız üzerinde belirleyici bir role sahip olsa da, davranışımızla bağlantılı olan tavrımız, nihai sonucun kalitesini belirlemede hayati bir etkiye sahiptir.

 

Uzun lafın kısası, artık, tavrımızı düzenleme konusunda yeteneklerimizi geliştirebileceğimizi biliyoruz, neden olmasın ki! Böylelikle hedeflerimize yönelik niyetimizi ve davranışlarımızı belirleme süreci boyunca, arzu edilen bir tavır benimseyerek hayatımızın seyrini kolaylaştırabiliriz. Çevremizde neler olup bittiğine dair algımızı ve kendimizi yönetebilme yeteneği ile yaratıldık. Önemli olan çevremizde ne olduğu değil, buna nasıl tepki verdiğimiz! Bu nedenle zihnimiz, negatiflikleri, başarısızlıkları, kusurları, tehditleri, vb. olumsuzlukları saptamaya devam ederken, bilinçli olarak tarafsız bir tavır benimsemeyi seçebiliriz, yani karşılaştığımız durumları nesnel ve olduğu gibi kabul edebiliriz. Bu tavrın hayati bir önemi vardır; zihnin kendi başına iş yapmasına izin vermediğimiz ve idareyi elimize aldığımız sürece. Böylelikle, büyük bir dengesizliğe karşın, yani tüm olguların moral bozucu görünmesinden ziyade daha hoş görünecekleri mükemmel bir denge kurmuş oluruz.

 

Şimdi bunu bir uygulama ile taçlandıralım; pratik yapmak her zaman iyidir! Sizi bir sonraki meditasyon uygulamasına, özellikle tavrınızı gözlemlemeye davet ediyorum. Her nefes alış-verişinizde, nefesinize dikkatlice odaklanmanızı, ve zihniniz duygu, düşünce veya hikayelere dalıp gittiğinde tavrınızı ve nasıl bir tepki verdiğinizi gözlemlemenizi istiyorum. Uygulama sırasında hangi tutum içinde olduğunuza dikkat edin; şefkatle (pozitif) mi, yoksa yargısal mı (olumsuz)? Ya da tamamen tarafsız (nötr) bir tutum içinde misiniz? Her keşifle (olumlu-olumsuz-nötr), zihninizi kendi hareketlerine karşı nazik, merhametli ve mümkünse tarafsız bir tavır benimsemeye davet edin ve onu eğitin.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir