Neyi Bilmediğini Biliyor Musun?
İnsanlık tarihi boyunca, insanoğlu, çoğunlukla da filozoflar, bilginin özünü, bizim düşünce sistemimizi ve bilgiyi nasıl işlediğimizi sorguladılar. Muhtemelen, Sokrates’in ‘Bildiğim tek şey hiç bir şey bilmediğimdir’ aforizması tüm zamanların en iyi bilinen felsefi alıntılarından biridir. Sokrates aslında mutlak kesinlik ile hiçbir şeyin bilinemeyeceğini ama belirli şeyler hakkında emin hissedilebileceğini vurgular. Fakat, bu tartışmaya açıktır, özellikle bildiklerimizi nasıl bildiğimizi felsefi bir bakış açıyla analiz edersek. Ben Bilgi kuramını (Theory of Knowledge) dikkat ve farkındalık (mindfulness) perspektifiyle tartışacağım; farkındalığın, öğrenme mekanizmasıyla nasıl ilişkili olduğunu, yani enformasyonun (information) bilgiye (knowledge) nasıl dönüştüğünü açıklayacağım.
Günümüzde, enformasyon ve bilgi en değerli varlık olmuştur. Bilgi soyut formuna rağmen, toprak, makine gibi herhangi bir somut araçtan daha değerlidir. Tarihte geriye baktığımızda, güç sahipleri için en değerli varlık 20. yüzyılda teknoloji devrimi ile silahlar, taşıtlar ve aletler; 19. yüzyılda sanayi devrimi ile birlikte makineler; ve 13. – 18. yüzyıllarda orta çağda toprak olarak görülüyordu. Bugün, bu somut araçlardan hiç biri, ne toprak ne makine ne de teknolojik aygıtlar, enformasyon ve bilgi kadar değerli değildir. Dahası, Uber, Airbnb, Facebook ve Whatsapp gibi günümüzün öncü şirketlerini ve piyasa değerlerinin enformasyon ve bilgi yönetimine dayandığını gözönünde bulundurduğumuzda, bu argüman kendi kendini haklı çıkarmakta. Geleceğe baktığımızda, güç aracı, enformasyona, bilgiye, büyük verilerin (big data) yönetimine ve kolektif bilgiye (collective knowledge) doğru dönüşmektedir. Yakın zamanda, 20 yıldan daha da kısa bir süre içinde, bizler hayatımızı yapay zekâ (artificial intelligence, AI) ile “keyifle” paylaşacağız, robotlar bizim yerimize işlerimizi yapmaya başlayacak, ve artık enformasyon ve bilgiye sahip olmak esas geçerli nitelik olmayacak.
Hayal kırıklığınızı ve çaresizliğinizi uzaktan hissediyorum. Bizler bu duruma ya gözlerimizi kapatacağız ya da bu acı gerçeği kabul edeceğiz. Eğer bu durumla ilgilendiyseniz ve daha fazla bilgi almak isterseniz, size Noah Yuval Harari’nin 2018 Dünya Ekonomi Formundaki son konuşmasını izlemenizi öneririm. Yine de, amacım, dünya kendi gelişim hızıyla ilerlerken, tüm acı gerçekle beraber enformasyon ve bilgiyle ilgili yapabileceklerimize dair ışık tumak ve bunun aydınlık tarafını paylaşmak.
Beni tek kelimeyle şaşırtan bir diğer tuhaf acı gerçek ise Epistemoloji (bilgi kuramı) alanındaki ‘çok yeni olmayan’ gelişmelerdir. Jean Piaget, Joseph Jaworski, Ernst von Glaserfeld, Jere Confrey gibi bilim insanları sahip olduğumuz asıl bilginin gerçekte doğru olmayabileceğini ileri sürmüş ve bilginin öznel olduğunu iddia etmişlerdir. Onlar bilgi teorisini ve öğrenme mekanizmalarını Yapısalcı yaklaşım içinde (Constructivist approach) açıklıyorlar. Bu yaklaşım, öğrenenleri aktif bireyler olarak görmektedir; bilgiyi çevreden pasif olarak almak yerine; gözlem, etkileşim ve nesnelerle olan deneyimlerine dayanarak, yeni bilgiyi inşa eder ve içselleştirirler. İşte, enformasyonu bu şekilde bilgiye dönüştürmekteyiz. Bu süreç, insandan insana farklılık gösteren “deneyimsel gerçeklik” üzerine kurulduğu için, bilgi de öznel olarak kabul edilir. Yani, ‘yeni’ bilgi ve öğrenme anlayışına göre, bildiğimiz şeyler mutlak kesinlikle doğru olmayabilir. Bu sayede, geçerliliğini araştırarak bilgimizi sürekli olarak gözden geçiririz. Ama nasıl?
‘Öğrendikçe, ne kadar çok şey bilmediğimi fark ediyorum.’
– Albert Einstein
Ne bilmediğimizi bilebileceğimiz bir yol var mı? “Bilmediğimi bilmiyorum” ne anlama geliyor? Bilgimizin nasıl farkında olabiliriz? Kulağa bir tuzak gibi geliyor: bilmediğini bilmiyorsun! Bu tuzak gibi görünen durum Albert Einstein’ın ünlü sözlerini akla getiriyor – ‘Öğrendikçe, ne kadar çok şey bilmediğimi fark ediyorum.’ Aslında, bildiğimizi bildiğimiz ve bilmediğimizi bildiğimiz olgular, dev bir buzdağının sadece açık ve net görünen ucudur. Buzdağının altında bilinmeyenle dolu bir dünya yatıyor!
Bu yüzden, bilinmeyendekini yüzeye çıkarmanın anahtarı dikkat ve farkındalıktır. Farkındalık bizi net açık bir alanda tutar, ve dikkat bilgiyi işleme mekanizmasında bize yardımcı olur. Bilgimizin farkındalığını genişletebilmek için, bizi sarmalayan enformasyon öbeklerine dikkat etmemiz gerekir. Söylemesi kolay! Çünkü, sürekli olarak değerli ya da değersiz adeta bilgi bombardımanına maruz kaldığımızda, ya dikkatimizi veririz, veyahut görmezden geliriz. Bizim dikkat etme ya da görmezden gelme tutumumuz, içerik, ihtiyaçlar, ilgi alanımız veya bazen rastlantılara dayalı değişiklik gösterir. Sıklıkla kendimizi bir reklam panosu, kitap kapağı, gazete başlığı, sosyal medya gönderisi, internet bağlantısı veya dedikodu gibi rastgele çeşitli enformasyon akışlarıyla karşılaşmış olarak buluruz; ve bir enformasyon parçasını bilgiye dönüştürmeye yönelik dikkatimizi tetikleyen bir etkisi bulunmaktadır.
Bu süreç, bilinçli yeterlilik olarak adlandırılan öğrenmenin dört aşamasından geçer. James Atherton bu süreci bir kişisel farkındalık aracı kullanarak açıklamıştır. Bu araç başkalarını ve kendimizi daha iyi anlamak için kullanılır (Johari Window – Joe Luft and Harry Ingham, 1955). Atherton, “bilme ve bilmeme” sorunu için Johari penceresini (Johari Window) modelleyerek; bilinçli yeterlilik çerçevesinde bilgiyi açıklamıştır (aşağıdaki şekle bakın). Bilinçli bir yetersizlik seviyesinden bilinçli bir yeterliliğe ulaştığımız zaman bilgi edinimi gerçekleşir; yani “bilmediğimizi bilme” alanından (Kör) “bildiğimizi bilme” alanına (Açık) geçtiğimizde öğrenme meydana gelir.
Şimdi, canınızı sıkan tuhaf fiziksel ya da duygusal bir duyumun olduğu zamanı düşünün; varlığının farkındaydınız fakat duyumun gerçekte nasıl olduğunu bilmiyordunuz; ya da onu anlamlandıramıyordunuz. Yeterince dikkat ve farkındalığınızı verseniz, duyumu bilinçli olarak tanımlama aşamasına geçebilir ve etrafınızı kuşatan bu duyumu hissetmeye ve bilmeye başlardınız.
‘Yetkinliğin dört aşamasında “bilme ve bilmeme sorunu”
Yukarıdaki örnek basit olsa da, daha karmaşık ve zorlu iş, içimizde varlığından bile haberdar olmadığımız fiziksel ve duygusal duyguları tanımlamaktır. Bu gizli alanda duran bilinmeyendir (Gizli). Stresli ve zor bir gününüzü düşünün. Hoş olmayan deneyimler yaşadınız ve nihayet günün sonunda, “sakince” oturarak akşam yemeğinizi yiyorsunuz. Aniden omuzlarınızda ve sırtınızda tutulma hissetmeye başlıyorsunuz, başınızı yana doğru çevirmekte zorlanıyorsunuz. Bu his, muhtemelen yaşadığınız stresli günün bir sonucudur. Bu stresli gününüzde, muhtemelen kaslarınızda bir çeşit gerginlik yaşadınız, ancak ne hissettiniz, ne de farkındaydınız. Tüm gün boyunca oradaydı fakat bilinçsiz yeterlilik seviyesinde gizlenmişti. Bu gerilim beklenmedik bir şekilde, dikkatinizi çeken çok daha kötü bir acı ile kendini gösterdi. O andan itibaren, acı (enformasyon parçası), kaynağını ve çözümünü bulmaya yönelik farkındalığınızı yeniden canlandırmak için tetikleyici bir aracı oldu.
Bilinçsiz yetersizlik seviyemize atıf yapmak için daha fazla örnek üretebiliriz. Örneğin, hiç dağ tırmanışı ya da tüplü dalış yaptınız mı? Çince bir kitap ya da film senaryosu yazdınız mı? Bir düğün pastası veya muazzam bir kraliyet yemeği pişirdiniz mi? Bunları nasıl yapacağınızı veya herhangi bir ilginiz olup olmadığı konusunda fikriniz dahi yok. Belki bunları öğrenmek ve yapmak isteyebilirsiniz. İlginç olan şu ki, yukarıdaki satırları okuyana kadar fikrin kendisi dahi aklınıza gelmemiş olabilir.
Bu bilinmeyen bilinçsiz yetersizlik alanı, okyanus kadar derindir. Milyonlarca fikir, etkinlik veya yetkinlik burada derinlerde saklıdır. Herşey, dikkatinizin bir fikir, farkındalık, ya da cazibe noktasına takılacağı “rastgele” bir uyarıcıya bağlıdır; ve oradan öğrenme sürecinin başlangıç noktasına bilinçli yetersizlik alanına gidecektir. Bir fikir, bilgi parçası veya beceri seti bilinçli yetersizlik alanına (Blind) düştüğü anda, bilgi edinme fırsatını yaratacak ve açık alanı genişletecektir. Elbette ki, bilginin inşa edilmesinde gözlem, etkileşim ve deneyim sürecinde ilerlemek, bizim tercih ve ilgimize bağlıdır. İşte bu noktada Açık alana geçebilir veya Kör alanda kalmayı seçebiliriz. Bu tarz bilgi transferi yolu –ister manuel, bilişsel veya fiziksel– her türlü beceriler ve yetkinlikler uygulanabilir. Bildiğini bilmek konusuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için linkteki Atherton’ ın makalesini okuyabilirsiniz.
Eğer buraya kadar okuduysanız, “bildiğini bilmek” konusunun bu günle olan bağlantısı hakkındaki gerçeği öğrenmeyi hakettiniz; veya bu konuda neden farkında olmamızın önemli olduğunu. Bugün bilgi ve bilgi yönetimi, bir güç aracıdır. Bu gücü elinde tutmada sorumlu olmak için, kişi öncelikle kendini bilmeli, ve kendi becerilerinin ve yeterliliğinin farkında ve dikkatli, olmalı; ve sonra diğerlerini bilmek ve yönetmek için yetkin olmalıdır. Mindfulness –dikkat ve farkındalık– uygulamaları, bilinmeyen alanda saklı olanları ortaya çıkarmaya yarayan en güçlü araçlardan biridir, ki bu bireyi öz-keşif yoluyla bilinçli yetkinliğe yönlendirir.
Bu nedenle, bir sonraki meditasyon seansınızda, meditasyon sürecinin bilinmeyen içinde gizli kalanları yüzeye çıkarmasına ve belirmesine izin vermenizi öneriyorum. Beklenmedik uyarıcıların ortaya çıkması için kendinize izin verin, odaklanmış olan dikkatinizi ona verin, Zen felsefesinin de dediği gibi, farkındalıkla “elinizde tutun.” Yeni bir bilgi parçasına olan bu dikkat ve farkındalık sizi netliğe, yani açık bölgeye (Clear Zone) yönlendirecektir. Bunun sonucu olarak da, enformasyonu, keşif, gözlem, etkileşim ve deneyim yoluyla bilgiye aktaracaksınız.
Tadını çıkarın!
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!