Menorca’lı Arkadaşımla Sihirli Bir Etkileşim

(Yazarı sesli dinlemek için tıklayın)

Beni yakından tanıyan bilir, martıları çok severim. İstanbul’da doğup büyümüş olmanın en güzel tarafı da, martılarla iç içe yaşama fırsatına sahip olmak. Acaba, martılara ilgim İstanbul’da yaşanmışlıktan mı geliyor; yoksa martılara sevgimden dolayı mı İstanbul’un bu yanı bana çekici geliyor? Kim bilir… Bir gerçek var ki, martılar bana özgürlüğü simgeliyor; başarıya ulaşmayı, imkansızı başarmayı, hayallerime erişebilmeyi, ve her tür koşulda hayatta kalabilmeyi çağrıştıyor. Hem denizde yüzen, hem havada uçan, hem de karada yürüyen bir canlı… Hem vahşi ve özgür, hem de ilginç bir şekilde uysal… Zehir gibi zeki… İstediğini bilen ve onu elde eden…. Şayet bir hayvan olacak olsaydım, herhalde bir martı olmayı seçerdim… Peki ya sorsam… Martı gibi evcil olmayan bir hayvana ne kadar yaklaştınız, ona dokundunuz, veya onunla “sohbet” ettiniz? 50 yıllık ömrümde bir ilki, bir martıyla on dakikalık harika bir deneyim yaşadım… onunla arkadaş oldum desem. Onu okşadım ve onunla konuştum. Asıl can alıcı tarafı, bu etkileşimden bir takım çıkarımlara vardım… Bu yazımın hikayesi de bu!

Martıları araştıracak olursanız, toplumcu olduklarını, birlikte avlanıp çoğaldıklarını okursunuz. Kanat boyları ve fiziksel güçleri sayesinde, hız yapıp uzun menzil uçabilirler… Çok zeki olduklarını ve kendi aralarında iletişim ağıyla bir birlerine bağlıdırlar… Tek eşli olup, hayatları boyunca tek bir eşle beraber olduklarını bilmeyiz… Yemeğe pek meraklı olduklarını biliriz; ancak tek amaçlarının yemek olduğunu, hatta o kadar ki, diğer hayvanlardan ve insanlardan aldıkları yiyecekleri tüketebilir hale getirmek için stratejiler geliştirebildiklerini de bilmeyiz… Bu becerilerini ve yemek uğruna insanlarla iletişime açık oluşlarını bundan bir ay önce, Menorca adasında, tanıştığım “arkadaşım” martı ile anladım… İtiraf ediyorum, eşsiz bir deneyimdi!

Ekim ayının ilk yarısı… Menorca adasının Cala Galdana plajındaydık.. Plaj neredeyse bomboş… toplam 2 aileyiz… koy adeta martılar ailesine kalmış… Yanımıza geliyorlar, etrafımızda dolanıyorlar, yemek istiyorlar… Besleme güdüsü bir yana, bir martıyla bu kadar yakın temasa gelmişken, benim için kaçırılmaz fırsat! Haliyle, yanımda ne varsa paylaşma isteği uyandı… Başta fıstıkları azar azar yakınıma atıyor, matının yemesini izliyordum… Her seferinde biraz daha yakınıma atıyor, bana yaklaşır mı diye merakla bekliyordum… En sonunda, elimden, sonra avucumda, ve en son parmak uçlarımdan besler oldum… Sanki kelimeler olmadan, o beni ben de onu anlıyor, alış-veriş içindeydik.

Esas hikaye bundan sonra başladı. Bir ara boş bulunup arkamı döndüğümde, arkadaşımı şezlongumun üstünde, fıstık paketini dağıtmış, açık büfe misali keyfince gagalayarak yiyordu. Ben de, hiç vakit kaybetmeden yanaşıp kafasını okşadım… Tabii ki de kaçtı! Kaçırttım hayvanı… Ancak, ikimiz de biliyorduk ki, onun aklı fıstıklarda, benim de aklım ondaydı. Doğaçlama ve davetkar bir halde “geeel… geeel…. gel gel gel…. gel… yapmayacağım sana bir şey, sadece okşayacağım seni… gelicen mi… bak burada mama vaaaar…hadi gel…” deyiverdim. Zeki şeker şey, tabii ki geldi… O bir yandan yerken ben yine onu okşamaya yeltendim. Tabii ki, yine uzaklaştı! Bu sefer, ona güven verici bir tonla “tamam bir şey yapmayacağım, gel ye… gel ye! Gel buraya… gel bak burada… gel gel… dokunmayacağım sana…” dedim… Kararsızlık ve tereddütle etrafını kolaçan etti, göz ucuyla bana bakıp hedefe yeniden kilitlenip fıstıkları teker teker son hızla tüketti… Ardından boş paketi gagalayıp devamını araştırdı… Bir şey çıkmayacağını anlayınca, aramızdaki iletişimi sonlandırdı. (Olayı bu linkten izleyebilirsiniz…)

Bu olayda, bir martıyla yakın temas içinde olmanın “sihirli” tarafı dışında, beni düşündürten ve bana “wooow” dedirten kısım, onunla iletişim kurmuş olduğumuz şekildi. İspanyolca ve Katalanca dillerinin hakim olduğu bir adada, onunla Türkçe konuşmuş olmama rağmen, adeta beni dinledi, hatta söylediklerimi anlamış gibi davrandı. Sonuçta, korkup ve vazgeçip uzaklaşabilirdi de… Ama hayır! Ses tonum ve söylemimi takip eder gibi, her dediğime kulak verdi ve uyguladı. Bir ara “yoksa göçmen Türk martısı olabilir mi bu…” diye aklımdan geçirmedim değil… Hayalperest değil de olaya gerçekçi bakacak olursam, net olan şu ki, benim enerjim, kendi enerjisi, ve karşılıklı motivasyonumuz neticesinde bu martıyla bu şekilde etkileşimde bulunduk. Bu yaşadığımın tesadüf olduğunu düşünmüyor, aksine, gerek martının gerekse benim bilinçli seçimlerimiz neticesinde cereyan ettiğine inanıyorum. Yani, martı da ben de, ayrı dil veya ayrı doğaya sahip olmamıza rağmen, bu alış-verişi yaşamayı seçtik, bir birinin enerji alanına odaklandık, ve iletişim kurduk.

Bir martıyla böylesine bir deneyim benim için ilkti. Ancak, iletişim inceliklerini ve olmazsa olmazlarını Barcelona’ya gelişimden beri defalarca deneyimlediğimi söyleyebilirim… Henüz kıt İspanyolcamla sokaklarda, belediyede, nüfus idarelerinde, otobüste, kafelerde, vs. insanlarla etkileşimim esnasında, ortak dilimizin kıtlığına rağmen derdimi anlatabildim! Onları anlamayı başardım! Ortak dilden bağımsız, tarafların bir birini anlamaya gerçek anlamda istekli ve hevesli olduğunda, ne yapıp edip anlaşabildiklerini gördüm… Diyeceğim şu ki, etkili iletişimin inceliği tarafların kullandığı dilde değil… kelimelerinde de değil. Asıl sihir, içten dışa vuran enerjide… niyette… motivasyonda… karşılıklı kazan-kazan alanında… şefkat ve sevgiyle alma ve vermede!

Şefkat ve sevgi dolu bir hafta olsun!
18 Kasım 2020

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir