Kova Listesi

Geçen hafta salı (11 Ekim 2022) hayatımın en deli, en çılgın, en yapılmayacak şeyini yaptım. Yıllardır yapmayı istediğim, bir türlü cesaret edemediğim, bir yandan da fırsat bulamadığım bir şeydi bu. Ben bile kendime inanamıyorum. Geriye bakıyorum, gerçekle hafızamda kalan hatıra arasında bir boşluk var sanki. Nasıl anlatsam ki… Uykunda bir kâbus görürsün, kan ter içinde uyanırsın; işte o cinsten bir şey. Ama benimkisinin rüya olmadığı kesin! Gayet de gerçek! Asıl can alıcı kısım, ne yaptığımdan çok, bende yarattığı duygu, algı, tutum ve hayata yaklaşım biçiminde değişiklik. Breakthrough dedikleri gibi, kendimi aşma, kendimden yeni bir ben çıkarma ve belki de çok üst seviyede bir özgürlük hissini tatmaya hizmet etti.

“Aaaayh! Yeter! Hadi söyle artık, ne yaptın?!” diyorsunuzdur… Vallahi şu satırları yazarken bile kalbim küt-küt atıyor. Çünkü kendimce anormal ötesi bir şey yaptım! Ne yaptım, biliyor musunuz? Ayağı yere basan normal insanın yukarıya baktığı o masmavi göğe bir pırpır uçağıyla çıkıp 4200 metreden aşağı atladım. İşin özü bu! Ama nasıl, hangi araçlarla, kimle, hangi cesaretle bunu yaptım; işte o ayrı hikâye… Aklım yettikçe paylaşacağım. Neden? Hava atmak için asla! Tersine; yaşadığım hisleri ve kendime kattığım hayat derslerini paylaşmak maksadıyla. Kaleme aldıkça daha iyi görebiliyorum. Bu satırları (şu anda – 16 Ekim 2022, pazar; 12:47) tuşlarken bile o anı yeniden yaşıyor, aynı heyecanı içimde capcanlı taşıyorum… Çünkü asıl olay atlayışta değilmiş meğer, kendimi aşağı bırakana kadarmış; zihnimden ve kalbimden geçenlerdeymiş… Ve tabii ki de sonrasında bende oluşan yansımalardaymış…

Olay, 11 Ekim Salı günü, Barcelona’ya 1,5 saat uzaklıkta bir kasaba olan Empuriabrava’da (https://www.skydiveempuriabrava.com/) geçiyor. Kocam kızım ve ben, bizi tam olarak nelerin beklediğini bilmeden, heyecan içinde oraya vardık. Kayıt işlemlerin ardından, birlikte (tandem-ikili) atlayacağımız eğitmenlerimizle tanışıp kısa brifing aldık ve ekipmanlarımızı üzerimize geçirip uçağa yöneldik. Çalışan motorun püskürttüğü havayı yüzümüze alarak uçağa bindik. Geniş bir boruyu andıran oturma düzenekli bir pırpır uçağıydı. Şahsi eşyalarımızı ve telefonları merkezin ofisinde bırakmıştık. Ben tabii ki, işimi sağlama almak adına -ne olur ne olmaz diye- beni sabah arayan ve “nereye gidiyorsunuz?” diye soran arkadaşıma annemin numarasını ve evin anahtarının yerini söyledim…. (Geriye bakıyorum da… arkadaşıma amma büyük bir sorumluluk yüklemişim!) Atlamayı niyet etsem de, Türkiye’deki KBB doktoruma mesaj attım ve “paraşütle atlayacağım, 4200 metre yüksekte basınç farkından kulağıma zarar gelir mi?” diye sordum. Yanıt geç geldi. Ben uçağa binmiştim…

Toplam 15 kişi, o daracık alanda, yan yana ve yüz yüze yerleşmiş halde, emniyet kemerlerimiz bağlı, göğe doğru yükselmeye başladık. Sağ çaprazımda kocam, karşımda eğitmenim Xavier, onun yanında (sol çaprazımda) video ve fotoğraflarımı çekecek olan arkadaş (heyecandan ismini zihnime kaydetmemişim) ve iki yanımda kocamın fotoğrafçısı ve eğitmeni… öylece yükseliyoruz. Biz son atlayacağımız için kokpitin yanındayız. Arada paravan vs olmadığı için, pilotu ve uçuş göstergelerin hepsini görüyoruz. Ama benim gözüm bir şey görecek halde değil, göz görüyor ama zihin proses etmiyor; heyecandan kalbim sanki yerinden fırlayacak… Kızım ilk atlayacağı için uçağın diğer ucunda, kapının dibinde. 8-10 kafanın arasından ancak görebiliyorum onu. O da heyecanlı! Ama onunkisi gençliğin ve delikanlılığın verdiği cesaretle karışık bir heyecan…

Bir yandan yükseliyoruz, bir yandan sohbet ediyoruz… Arkamdaki pencereden dışarı bakıyorum, her şey küçülmüş, tarlalar, bulutlar… THY uçuşunda pencereden baktığım manzaralarla aynı… Ama ne ben aynıyım ne de bakan gözlerim ve yüreğim. Yanımdaki arkadaş kolundaki altimetreyi gösterip “1500 metreye vardık, 4200’e çıkacağız, daha var” diyor. Ben “Allahım… ne işim var benim burada… ne yapıyoruz biz…” diye içimden geçiriyorum. Sonra ona, kaydettiği kameraya dönerek “Bunu bir daha yapmamam için bana hatırlat!” diyorum… Aslında mesaj kendime! Kocam sonradan anlatıyor; meğerse benim betim benzim atmış, yüzüm bembeyaz haldeymiş.

Bunlar olup biterken birden durdum! İçinde olduğum sis perdesini aralamaya karar verdim. Derin nefes alıp vermeye başladım! Ve baktım, ne için orada olduğumun bilincine vararak, fark ederek dikkatle kendi içime döndüm. Yıllardır yapmayı istediğim ve ölmeden önce yapılacaklar listesine (Bucket List*) koyduğum hayalimi gerçekleştiriyor olduğumu hatırladım. Özgür iradem ve bilinçli tercihimle oradaydım… Orada olmayı ve bu deneyimi yaşamayı gerçekten istediğim için oradaydım. İçimdeki korku ve bitmeyen heyecana rağmen, kararlıydım… Keyfini çıkaracağım!!!

Ve… Yükselme bitti, vakit geldi. İkili atlayacak bizler son hazırlıklarımızı yaptık; kanguru gibi, eğitmen kemeriyle kemerlerimize bağlanması yoluyla birbirimize yapıştık. Uçağın kapısı açıldı… Kızım atlamaya hazır… Avucuma bir öpücük kondurup ona doğru üfleyerek ona öpücük gönderdim; avucuyla onu yakalayıp kalbine koydu. Aynısını yaparak bana öpücüğünü gönderdi. Veee… hooop atladı! Atladığı sırada ne kaygı ne korku vardı! Sevinç ve mutluluk vardı! Uçaktan çıkışını izlerken zihnim 18 sene öncesine gitti; doğduğu güne, doğduğu ana ve haline… Küçücük, saf ve savunmasız bebekliğine… O an zihnimdeki kızımın yeniden doğuşuna tanık oldum… Kızım büyüdü! Kendini bilen, zeki, becerikli ve hayatıyla ilgili akıllı kararlar alabilen birey oldu. Bir anne başka ne isteyebilir ki?

Ben bunları düşünürken, tekli atlayanlar gitmişti bile ve sıra ben ve kocama geldi… Kapıya ilerledik ve kapının ağzında (-10 derece) soğuk havanın yüzüme vuruşuyla birlikte kocama dönüp (çünkü ilk ben son o atladık) “bye” dedim… Kameramanım önden atlamış, havada beni bekliyordu! Derin nefes aldım, aşağı baktım ve “işte budur, keyfini çıkar” dedim içimden. Ve biz -Xavier ile ben- bir dakika boyunca hava boşluğunda aşağı doğru son hızla inmeye başladık. Kuş gibi… Kollarımı çırpıyor, kurbağa yüzme hareketleri yapıyor, kendi eksenimizde dönüyorduk… Ve içimden “Shirli, bu gerçek… serbest uçuyorsun…” (Aslında son hızla aşağı doğru iniyorduk, o başka!!!) “…ve sen, korkun ve kaygın yüzünden az daha şunun zevkini öldürüyordun” dedim… İşte o anda, bunu bir daha yapabileceğimi düşündüm!

Müthiş ötesi bir deneyimdi. Bir dakikanın sonunda Xavier paraşütü açtı ve biz hızla aşağı giderken birden yukarı yükselmeye başladık. Ve beş dakika kadar, ağır ağır aşağı süzüldük. Ayağımın altındaki manzaranın ihtişamı bir yana, havada duran ben ve beyaz Nike’larımın o manzaranın içindeki gerçekliği daha bir muhteşemdi. Dahası var mı? Kuş gibi uçmuşum ve aşağı iniyordum. Hiç alışık olmadığım duygu ve deneyim olmasından dolayı korku tabii ki vardı… Ama, anın bende bıraktığı heyecan ve tadına varma arzusu korkuyu alt etmişti. İşte, adrenalinin tavan yaptığı an diyebilirim. Başlangıç noktasına -çimlik alana- indiğimizde korku, kaygı veya heyecandan sanki eser kalmadı… Geriye derin uyanışlar, düşünceler ve duygular kalmıştı.

 

Merak edersiniz diye birkaçını aşağıda paylaşıyorum…

  • Kızımın atlayışı, göbek bağının bir defa daha kesilişini ve bizden koparak kendi ayakları üzerinde duruşunu temsil ediyor benim için. Onu dünyaya getirdiğim an ile uçağın kapısından atlayış anı birleşti adeta.
  • Hayatımda ilk defa, hiç tanımadığım birine hayatımı tümüyle teslim edecek kadar güvenmeyi seçtim. Güvendim de! Türlü eğitimler ve kişisel gelişim programlarına katılmama rağmen, böylesine bir güven testinden hiç geçmemiştim.
  • Korona ve Pandemi süreci bize kontrolün bizde olmadığını öğretmeye çok uğraştı. Şahsen bu konuda çok ilerlediğimi düşünüyorum. İlk defa, kontrolü elinde tutmaktan vazgeçip (yani, let go edip) işi bilene vermeyi başardım.
  • Anladım ki, kontrolü elinden bırakınca ancak hayatın tadına varmaya ve sunduğu güzel tatları duymaya fırsat veriyor insan kendine. Kontrolü elinde tuttukça, kontrol derdinden hayatın tadına varamıyorsun. “Bir daha yapmayacağım” dediğim halde, 60 saniyelik o serbest düşüş sırasında “bir daha yaparım” dedim! Kahramanlık için değil, keyfine varmak için!
  • Kontrolü bırakmanın yanında, bir deneyimi kendi seçimim ve kontrolüm dahilinde tatmış oldum. Burada bahsini ettiğim ölüm korkusuyla burun buruna gelme deneyimi. Şöyle ki, ömrümde hayatımın gidişatına yön veren iki olay yaşadım ve bana çok önemli mesajlar kazandırdı. İlki, 1999 depreminde 47 saniye boyunca sarsılırken “Shirli, buradan sağ kurtulursan hayatını istediğin gibi yaşayacaksın” diye söz vermiştim kendime. İkincisiyse, 2016 yılında THY’nin NY-IST uçuşunda teknik arıza nedeniyle (bomba ihbarıymış meğer) Halifax’a inmek zorunda kaldığımız 57 dakikalık iniş sırasında “Shirli, yanında kocan ve kızınla birliktesin, eğer son buysa yapacak bir şey yok; buraya kadar hayatını istediğin gibi yaşadın, yapmak istediklerini yaptın, ki daha yapacak çok şeyin olduğunu da biliyorsun… Ve buradan sağ kurtulursan hayatını aynen yaşadığın gibi yaşamaya devam et!” demiştim kendime. Ve bu üçüncüsü… Çünkü yine ölüm korkusuyla yüzleştim; ama bu sefer kendi seçimimle, bilinçle, farkındalıkla ve sınırlarımı aşarak kendimi keşfetme sevdasıyla. Ve bu sefer “Shirli, hayatın tadına varmak istiyorsan, kontrolü bırak” çıkarımına vardım!
  • KBB doktorum ben havadayken aramış ve cevap yazmış… Ne dedi biliyor musunuz? “Yap! Hemen!” Sonrasında da “yaptın mı, nasıldı?” diye de sormuş. Tabii ki de video kaydıyla “harikaydı, muhteşemdi, inanılmazdı” diye yanıt gönderdim.
  • Bu yaptığım anormal ötesi olayı çok kişiyle paylaşmadım. Garip olan, zaman ilerledikçe anormallikten normalliğe dönüşüyor olması zihnimde. Anlattıklarımdan “amanın, sen ne yaptın!” türünde laflardan tut, annemle babamın sessizliğe bürünüp tepkisiz kalmasına kadar, farklı yansımalar aldım. Bu yansımalar, bir yandan bunun anormalliğini, diğer yandan da bana kattığı kazanımları ve bir daha atlayabilirim güveninden kaynaklı normalliğini çağrıştırıyor. Bir diğer gerçeklikse, eğitmenim Xavier’in sadece o gün benimle beşinci atlayışını yapmış oluşu… Aklımdaki soru şu: Acaba yaptığım normal mi, anormal mi? Bu soruyu da size bırakıyorum!

Benden bu seferlik bu kadar!
Barcelona’dan Shirli
16 Ekim 2022

*Bucket List (Kova Listesi), İngilizcede sokak diliyle ölmek anlamına gelen kicking the bucket deyiminden türetilmiştir. Türkçede “ölmeden önce yapılacaklar listesi” diye geçer. Bu liste, ölmeden önce yapmayı istediklerinizi, gerçekleştirmeyi istediğiniz hayallerinizi veya deneyimlemek istediğiniz şeyleri içerir. Neden “kova listesi” denmiş? Bu terim 2007 yılında Bucket List başlıklı bir filme konu olmuş, 1999 yılında Amerikalı İngiliz senaryo yazarı Justin Zackham tarafından ortaya atılmış. Kovaya tekmeye vurmak -ölmek- deyimine list sözcüğünü ekleyerek (kicking the bucket list) ölmeden önce yapılacaklar listesi ifadesini oluşturmuş. Jack Nicholson ve Morgan Freeman’ın başrolde oynadığı bu film zamanında çok ses getirmiştir ve sanırım “mutlaka gerçekleştirilecek hayaller listesi” kavramını hepimizin aklına yerleştirmiştir.

 

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir