İnsan Denen İflah Olmaz Varlık!
(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız.)
Ben bu satırları yazarken tüm Türkiye 16 günlük “total kapanma” sürecine girdi. İlk gününde neler yaşıyorlar, nasıl hissediyorlar, akıllarından neler geçiyor tabii ki bilemiyorum. Ne var ki, 13 Mart 2020 Cuma günü İspanya Başbakanı total kapanmaya gireceğimizi açıkladığında neler hissettiğimi ve düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Hatta Türkiye’nin kapanma haberi bende adeta “flash back” etkisi yarattı. Aklım doğrudan karantinamızın ilk günlerine gitti… O günleri Türkiye’deki sevdiklerimle birlikte, onlar kadar, tekrardan yaşadım diyebilirim. En çarpıcı kısmıysa kendim için karar verme ve istediğim zaman istediğimi yapma serbestisinin, yani özgür irademin elimden alınmasının yarattığı duygular yeniden canlandı. Haliyle duygular düşüncelere, düşünceler sorgulamalara dönüştü, kendimce “insan denen varlık iflah olmaz, şu yaşadıklarımızın hepsine müstahakız” sonucuna yöneltti. Bu sonuca nasıl vardığımı anlatayım…
Mart 2020’de kapanma haberi geldiğinde İspanya halkı tümüyle evlerine kapandı. Market ve eczane gibi zaruri nedenler dışında sokağa çıkmak kesinlikle yasaktı. Köpeğini gezdirme serbest olsa da, o muafiyet de sınırlı olup evinden 100 metre çap içinde dolaşma kuralına tabiydi. Sıkılaştırılmış evde kalma kısıtlaması -İspanyolca “confiniamento” İngilizcesi “confinement”- Nisan ayının sonuna kadar devam etti. Abartmadan söyleyebilirim ki, ilk altı hafta bütün şehir sanki uykuya çekilmiş gibiydi; caddeler sokaklar bomboş, en işlek caddede bile günde tek tük araba anca geçiyordu; sağlık hizmeti veren kuruluşlar dışında restoranlar, dükkanlar, kuaför ve berberler, spor merkezleri, ibadet yerleri, inşaat işlerine kadar hepsi kapandı. Kurumsal şirketlerin tamamının Aralık 2020’e kadar evden çalışma modelini benimsediğini, hatta birçoğunun halen evden çalışmaya devam etmekte olduğunu söylememe gerek yok. Altı-yedi hafta kadar sonra 29 Nisan 2020 günü 4 aşamalı “yeni normale” geçiş hazırlıkları başladı, ve ardından ancak 2 ay sonra, yani 24 Haziran’da, hayat İspanya’da “olabildiğince” normale girdi.
Şu kısmete bak ki, tam bir sene sonra, 29 Nisan 2021 günü, rekor günlük vaka sayıları nedeniyle Türkiye 17 Mayıs’a kadar tam kapanma hazırlıklarına başladı. Tabii, tam kapanma denince İspanya’da yaşadıklarımız canlandı gözümde; ne var ki, hiçbir şekilde aklımdan akın akın İstanbul’u terk etme ve sayfiye yerlerine göç etme tarzında hazırlıklar geçmedi. Göç edenleri yargılayacak değilim, hele ki Türk davranışına atfedecek hiç değilim. Zira, yüzlerce Katalan aynı şekilde Barcelona’dan Costa Brava’daki evlerine akın etmekle kalmayıp, Amerikalı Expat ailelerin topluca “Casa Rural” diye anılan eski köy evlerini kiralayarak benzer şekilde göç ettiklerini şuracıkta söyleyivereyim. Uzun lafın kısası, belirsizlikle baş etmekte ve hayatımızın kısıtlanmasında hepimiz zorlansak da, belli ki bazılarımız daha da fazla zorlanmakta. Bu bana George Orwell’in Hayvan Çiftliği’nde geçen “Tüm hayvanlar eşittir, ama bazıları daha eşittir” lafını anımsatıyor, ve insanın bütünün hayrını gözetmektense kendini ve kendi çıkarlarını ön planda tutma eğilimini çağrıştırıyor…
Peki “İnsan denen şu iflah olmaz varlık!” şeklindeki serzenişime nasıl mı vardım? Son kapanmayla değil, aksine son derece alakasız yoldan diyebilirim… Geçen gün İspanyolca dersimizde dilbilgisinden “sunjuntivo” formu üzerine pratik yaparken “dünyada açlık ne zaman yok olur?” konusunu tartışıyorduk. Şöyle bir konuşma geçti: Ben “herkes gerçek anlamda açlığı yaşayıp deneyimlediğinde ancak dünyada açlık yok olacak” dedim. Ardından oruç tutmanın, açlığı deneyimlemenin ve aç olanla empati kurmanın öneminden bahsettik. Açlığı simülasyon şeklinde “deneyimlemenin” nafile olduğunu savundum. Hatta bolluk içinde olanın yokluk çekeni beslemesiyle açlığın çözümlenemeyeceğini; dünya nüfusunun tamamının açlıkla karşı karşıya kalmasıyla, ortak amaç ve yöntemle hareket etmesiyle, ve en mühimi her bir canlının yaşamını gözeterek iş birlik içinde olmasıyla böyle bir sorunun son bulabileceğini vurguladım.
Tartışma uzadı gitti… Subjuntivo uzmanı olduk, ama dünyayı açlıktan kurtaramadık. Neden mi? Tabii ki hayal! Covid-19 gerçeğini ve içinden geçtiğimiz akıl almaz durumları düşününce, nasıl hayal olmaz ki! İçimdeki güçlü ses şöyle fısıldıyordu: “Shirli ne diyorsun? Sen ve parçası olduğun insan toplumu ne hakiki iş birliği mertebesine geldi, ne de her canlının yaşamını koşulsuz gözetme noktasına erişti! Bundan hayli uzağız! Bu sınavdan da çaktık! Covid-19 bitecek bir yenisi gelecek… Ondan da dersimizi alamazsak bir yenisi daha gelecek… Ta ki her bir insan türü birlik, beraberlik, birbirini koruma kollama ve bütünün hayrına hareket etme anlayışına erdiği güne kadar…”
Lafı daha fazla uzatmayayım… Daha 40 fırın ekmek yememiz gerekiyor… Musa’nın İsrail Oğullarını vaat edilen topraklara götürürken 40 yıl çölde dolaştırarak neslin dönüşmesini beklediği gibi, bizlerin de bekleyeceği en az bir 40 yıl vardır… Ömrüm arzu edilen dünya biçimini görmeye yeter mi, pek emin değilim… Ama çıkmadık candan umut kesilmez!
30 Nisan 2021
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!