Dipten Aşağı Düşemezsin!

Sıkı durun! Sıkı tutunun! Tepetaklak yuvarlanıyoruz! Tutunacak dala ihtiyacımız var. Dosdoğru aşağı iniyoruz, ne iştir ki, bir türlü “dibi” görmüyoruz! Neyin hayırlı olduğunu da bilmiyoruz. Dibe vurmak mı, vurmamak mı? İşte asıl mesele! Dibi görsek belki rahat edeceğiz… Bitti, umudun kalmadığı an, sona geldik diyeceğiz. Çünkü dipten aşağı düşmeyiz… Belki sonrasında yükselişe geçeriz, o başka! Tahmin edeceğiniz üzere, konu şu sıra olan biten ekonomik kriz, Türk lirasının değer kaybı ve giderek yoksullaşan, belirsizliğe itilmiş Türkiye’nin hali. Her “bundan daha kötüsü olamaz” dediğimizde, bir parça daha kötüsünü gördük. Artık yetti diyor, gözlerimiz tünelin ucundaki ışığı arıyoruz. Ben ekonomist değilim; para piyasalarından anlamam; siyasetçi değilim, siyasi manevralardan da pek haz etmem. Eğitimciyim ben, insan davranışlarından anlarım. Ekonomi ve siyasetin somut verilerine rağmen, gayet soyut işaretlerden ibaret insanın olaylar karşısında duygu, düşünce ve tutumlarını sezebiliyor, davranışlarının ardında yatanı anlamlandırabiliyorum. Anlayacağınız, kamikaze inişimize rağmen, dibe vurmayışımızın ve umudumuzun var oluşunun, özetle tutunacak dallar bulabilişimizin kaynağını görebiliyorum. İşte bu yazım da bununla ilgili…

 

Yıllar önce eğitimde liberalizm ilkelerini esas alan yönetim yaklaşımı üzerine bir eğitim almıştım. Liberalizm deyince -özellikle liberal ekonomide, “laissez faire” felsefesi akla gelir. Tabii ki de eleştirel gözle bakanlar söze “laissez-aller, laissez-passer” diye devam eder… Liberalizm, devletin regülasyonlarından uzak, ekonomi çarklarının kendi ilkelerine göre şekillenip kendi ritminde hareket ettiği, bırakın yapsınlar (laissez-faire) felsefesini temel alan bir yönetim sistemidir. Diğer yandan, “zenginler daha zengin, fakirler daha da fakir” olacağı gerçeğini ve sonucunu getiren bir olguyu taşır. Bir nevi, bırakın atı alsın Üsküdar’ı geçsin mesajı taşır laissez-aller, laissez-passer.

 

Liberalizmin fayda ve sakıncalarına değinmeyeceğim; ancak korkulan veya öngörülen gerçeklere gözümüzü kapatamayacağımız aşikâr. Atı alan Üsküdar’ı geçmesine geçti*, ama geride kalanların hali içler acısı. Görmemek kötü değil, görmezden gelmek kötü olan! Ne mutlu ki aramızda Üç Maymunu (veya dört) oynamayan, tüm algılarını dört açan, imkanlarını seferber eden, birlik ve dayanışma içinde olan çok güzel, özel ve duyarlı insan topluluğu var. İşte onlar ve onların parçası olduğu dayanışma ağı (veya ağları) sayesinde, bugün açlık sınırında olup hayatta kalma mücadelesi veren -nam-ı diğer Üsküdar’da kalan- ailelere tutunacak dal görevi görüyorlar.

 

Kim mi bu insanlar? Hangi dayanışma ağı mı? Aslında lokal bazda mahallenin bakkalında biriken veresiye borçları sıfırlayan, yardım kuruluşlarına düzenli bağış yapan, öğrenci okutan, sıhhi malzeme sağlayan veya aş yapıp dağıtarak varını paylaşan kocaman yürekli, görünmez bir sürü insan var. Onlar duydukları bireysel çağrılara kendi çabalarıyla ve imkanlarıyla cevap veriyorlar. Diğer taraftan, münferit değil de kolektif çabayla, birlikle, ekipçe hareket eden koca yürekli görünmez başka insan grupları da var. Onlardan biri de Açık Alan Derneğinin Derin Yoksulluk Ağı (https://derinyoksullukagi.org) çatısı altında toplanmış bir grup güzel insan… Mart 2020 itibariyle güvencesiz çalışan, işten çıkarılan, ücretsiz izne ayrılan ve yoksulluk koşullarında yaşayan ailelerin ihtiyaçlarına destek olmak için seferber olmuş durumdalar. Ne mi yapıyorlar? Evden Değiştir Dayanışma Kampanyasıyla, online market aracılığıyla evlere doğrudan gıda, temel bakım, bebek bezi ve maması ulaştırıyorlar… Destekçi sayısı çoğaldıkça, ki 70 kişiyi buldu, ulaşılan aile sayısı artmakla kalmıyor, birikmiş faturalarını ve kira ücretlerini karşılıyorlar. 18 Mart 2020 itibariyle İstanbul’un 32 ilçesinde 160’ın üzerinde mahallede yaşayan 3000’in üzerinde haneye destek sağlamış ve sağlamaya devam ediyorlar.

 

Hepsinin önlerinde saygıyla eğiliyorum. En başında da DYA hareketini başlatan Hacer Foggo’nun önünde! Kendisini gazeteci Armağan Çağlayan’ın “Ebeveynler miras olarak yoksulluk devrediyor” (https://youtu.be/uz3OPmDrfJo) başlıklı röportajını izledikten sonra ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız. Ana mesajı da Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı durumun yoksulluk değil de açlık olduğu; yoksulluğun geçmişte kalıp açlık sınırında yaşayanların var olduğu. Asıl endişe verici taraf, bir yandan zenginler daha zenginleşip yoksulluk artarken, bugün varlıklı kesimin dahi birikiminin gözleri önünde eriyip gittiğidir. Demeye çalıştığım şu ki, Türk lirasının son günlerde bu kadar değer kaybetmesi ve hayatın daha da pahalanması, “bağış yorgunluğu” etkisi yaratabileceği kaygısı. Neden mi? Olandan az biraz paylaşamayacak raddeye gelindiğinde ne olacak kaygısı, bu gemi tümüyle batacak kaygısı. Çünkü, bu zamanda büyük desteklerin verilmesi eskisi kadar kolay değil. Ayda 50-100 TL gibi yardımlar az görünse bile, o ailenin geçimi için son yaşamsal damla olabilir. İşte bu yüzden, dayanışma çemberlerinde aktif rol üstlenen bu güzel insanların üzerinde büyük yük var!

 

Beni tanıyan bilir. Her olayda olumlu tarafı gören ve görünür kılan bir yanım vardır. Pozitif Farkındalık felsefesi üzerine kurulu yaşam anlayışımdan gelerek neredeyse tüm yazılarım olumlu veya umut verici sözlerle sonlanır. Ne yazık ki bu yazımda karamsarlık, kaygı ve endişe hâkim. Bu güzel insanlar yüklendiği sorumluluğu sürdüremez hale gelir veya getirilirse, ne olacak dedirtecek türden bir karamsarlık benimkisi. Diğer yandan, içimde şükran minnet ve umut da var. Bu dayanışma çemberinin içinde olmanın, bu güzel insanlarla kolektif birliğe ve varlığa hizmet etmenin verdiği bir umut. Çünkü dibe vurmayı ve dipten aşağı düşmeyi reddediyoruz; nefesimiz yettikçe, aşımız piştikçe ve imkânımız elverdikçe paylaşmaya, dayanışmaya devam diyoruz.

 

Çağrım siz okuyanlara… Şayet toplumun geldiği yoksulluk noktasıyla ilgili içinizde kaygı, endişe ve karamsarlık duygusu taşıyorsanız, bir nebze kendinize ve çevrenize ışık vermek istiyorsanız ve imkanınız ve gönlünüz bu dayanışma ağının içinde olmaktan yanaysa, DYA’nın sayfasını ziyaret ederek destek olabilirsiniz…

 

İstanbul’dan sevgilerimle…

29 Aralık 2021

 

 

*Atı alan Üsküdar’ı geçti deyimi, tüm fırsatların kaçtığı, geriye yapılacak bir şeyin kalmadığı anlamını taşımaktadır. Bu yazıda mecazi anlamından ziyade gerçek anlamından yola çıkarak atı, gücü, parayı ve/veya statüyü eline geçiren, alan veya sahip olan yürüdü, ilerledi ve/veya başka boyuta geçti anlamında kullanılmıştır. Deyimin anlam ve hikayesine https://seyler.eksisozluk.com/ati-alan-uskudari-gecti-deyiminin-anlami-ve-hikayesi linkten ulaşabilirsiniz.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir